11 Kasım 2011 Cuma

Sanal Mücadele

11 Kasım 2011 

Van ikinci depreminden sonra uzun süre televizyonlara, televizyonların haber bültenlerine baktım. Deprem sonrasında ilk olarak Haber Türk kanalı canlı yayına geçti. Devletin birinci kanalı nal topladığı gibi, program ve film yayınlarına da ara vermedi. Haber kanalında ise stüdyoda Fethullah Gülen’in Kimse Yok mu Derneğini parlatma çalışması vardı ve deprem bölgesine bağlanılıyordu.  Bir acar muhabir sık sık ekranın önüne geçerek yıkılmış binanın etrafında, enkazın üstünde dolaşıyor, şov yapıyordu. İnsanların panik halinde Van’ın dışına kaçtığını anlatıyordu! Galiba depremin tesirindeydi ve enkazın altından bir ses gelebilir diye düşünecek durumda değildi. Kimse de kendisini ikaz etmiyordu. Görüntülerin altyazılarında ise üç yüz kişilik kurtarma ekibi deprem bölgesine sevk edildi, on beş bin çadır gönderildi, şu, şu, şu bakanlar bölgeye gidiyor şeklinde yazılar vardı. İstisnasız bütün özel televizyonlar da aynı türde altyazılarla haberler verdiler. Buraya kadar söylediklerim alışılmış şeyler. Başka ülkelerde olsa skandal olurdu, yayın kurumlarının başındaki kişilerin istifa etmesi beklenirdi. 

Bu konuyu neden yazıyorum? Dikkatinizi çekmiştir; Enkaz başından canlı yayın yapılıyor, her şey karman çorman, devletin yetkililerine küfrün bini bir para.Herkes enkazın üstünde. İçerde kaç kişi var belli değil. Yaşayanlar olduğu biliniyor. Televizyonların yayınları enkazdan uzak durulması, kurtarma çalışmalarına yardımcı olunması, sessiz olunması şeklinde yayın yapılması gerekir değil mi? Kaç yaralı, kaç ölü var? Başka yıkılan binalarda enkaz altında insan var, bunları bildirmeleri beklenirken sürekli enkaz etrafında konuşuyor ama doğru dürüst bir bilgi veremiyorlardı. Kanal 8’in yayını dışında ciddi bir yayın yoktu denilebilir. Görünüşte depreme kilitlenmişlerdi ama tek yaptıkları ciddi iş hangi bakanların Van’a gitmekte olduğunu bildirmek oldu. Yani gerçekte yapmaları gereken uyarma, bilgilendirme görevini yapmıyor, sadece propaganda yapıyorlardı. Sanki bakanlar Van’a gidince mesele çözülecek, enkaz çıkarma hızlanacak, enkaz altındakiler hemen kurtarılacakmış gibi... Tamamen sanal bir televizyonculuk! 

Türkiye’de her alanda yapılan işler sanal olmaya başladı. Sadece televizyonculuk değil, siyaset, eğitim, sağlık, din... Aklınıza ne gelirse sanallık kokuyor. Yapılan işler meseleleri çözmeye yönelik değil, tamamen gösterişten ibaret. İş yapılıyormuş gibi görünüyor, ama yapılmıyor, sahtekârlıktan ibaret işler yapılıyor. 

Bu sahtekârlıktan millet sıkıldı. Deprem oluyor, hurra! Çadır ve katalitik yardımı bekleniyor, battaniye yardımı bekleniyor, çocuk mamasına ihtiyaç var, bebek bezine ihtiyaç var diye devletin yapması gereken işler millete havale ediliyor. Peki, bu millet niye o kadar deprem vergisi verdi?Zaten meseleleri kendisi çözecekse ne diye o kadar vergiyi verdi? Kurban Bayramı günü camilerde halka uzatılan yardım kutularında neredeyse bozuk paradan başka para yoktu. Efendiler millet artık bu sahtekârlıktan bıkmıştır. Bakanların deprem bölgesine gitmelerine gerek yoktur. Orada görevlendirilen kişilerin meselelerin üstesinden hakkıyla gelmeleri gerekir. Bakanların ortaya çıkıp bir şey yapıyormuş gibi görünmelerinden de millet bıkmış olmalı ki enkaz başındakiler yetkililere sevgi ve saygılarını sunmaya başlamışlardır.

Sanal sahtekârlığın örnekleri saymakla bitmez. Güya RTÜK diye bir kurumumuz var. Türk ailesi, çocukları bu kuruma emanet. Ama yaptıkları işler tamamen sanal. Çoluk çocuğun beynini iğfal eden çocuk dizileri, gençleri iğfal eden gençlik diziler, aileyi perişan eden kimin eli kimin cebinde dizileri, ahlâksız yarışmalar ve programlar nedense bu kurumun ilgisine girmiyor. Görünüşte millet adına sanal olarak görev yapıyorlar ama gerçekte görevlerini yapmıyorlar.
Peki milletin zinde kuvvetleri ne yapıyor dersiniz? Türk Milliyetçileri ne yapıyor? Onlar da sanal bir mücadele içinde. Aydınlarımız günde iki üç yüz kişinin okuduğu bir makaleyi (mesela bu yazıyı) yazdığı zaman kendini görevini yapmış kabul ediyor. Doğru dürüst bir televizyonları, bir gazeteleri yok. İşin kolayını bulmuşlar, internette yuvalanmışlar. Yüzlerce, binlerce grup kurmuşlar. Sanırsınız ki Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti’nin istikbalini ayaklar altına alan ihanetle mücadele ediyorlar. Türk milletinin geleceğine yön veriyorlar. Hayır. Sadece birbirleriyle uğraşıyorlar. Kişi ve kurum olarak birbirleriyle uğraşırken harcadıkları enerjinin binde birini harcamış olsalar meselelerin büyük bir kısmı çözülmüş olurdu. Meseleler durduğuna göre mücadelenin gerçek değil, sanal olduğunu kabul etmemiz gerekir. İnternette Facebook’ta onlarca üyesi binlerle ifade edilen milliyetçi, ülkücü grup var ama gündemi en küçük bir şekilde etkileyemiyorlar. Çünkü mücadelelerinin sanal olduğundan, bir yanılsama içinde olduklarından haberleri yok. Birbirlerini beğenip, yerip duruyorlar.

Siyasetçilerimiz de tamamen sanal bir mücadele içindedir. Güya her türlü olumsuzlukla mücadele içindeler. Hayır. Akıntıya kürek çekiyorlar. Türk Milliyetçilerinin ortaya koydukları bir gündem yoktur. Başkalarının gündemini takipten yorulmuş, bitap düşmüşlerdir de akıllarına kendi gündemlerini takip etmek gelmiyor. 

Çözüm nedir? Çözüm, herkes şapkasını önüne koyup düşünsün. “Ben sanal olmayan ne yapıyorum? Bugün Allah rızası için ne yaptım? Milletim son haçlı seferi karşısında çökertilirken, devletim buna seyirci kalırken ben ne ile meşgulüm” diye baksın. Güya her ülkücü kanaat önderi kendi çapında bir şeyler yapıyor. Vallahi yalan. Bu kadar parçalanmış bir hareket, isterse ağzıyla kuş tutsun bir şey yapamaz. Onun için derhal bu parçalı bulutlu ortam günlük güneşlik yapılmalıdır. Hiçbir ülkücü kişi ve kurum diğerine en küçük bir söz söyleyememelidir. Bunun için bütün milliyetçi kişi ve kuruluşların önde gelenleri derhal bir kurultay yapıp bu sanallıktan, sahtekârlıktan kurtulmalıyız. Gerekirse Papa seçiminde olduğu gibi hepsini bir binaya toplayıp, birleşinceye, bütünleşinceye, tek ses tek yürek oluncaya kadar onları oradan çıkarmamalıyız. 

Sözüm size, bize, hepimize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder