29 Kasım 2011 Salı

Okuma ve Sözlüğe Bakma Üzerine

29 Kasım 2011  
Dün yaklaşık elli beş bin üyesi bulunan Mevzubahis Vatansa Gerisi Teferruattır adlı facebook topluluğunda çok faydalı bir tartışma gördüm. Topluluğun yöneticilerinden Hakan Yavuz, şu soruları sormuştu: ‎1. Okuyor musunuz? 2. Sözlük okuyor musunuz? 3. Türkçeyi günlük 250-300 kelime ile sınırlandırdığımızı biliyor musunuz? 4. Bu konuda nasıl bir çalışma yapmamız sizce uygun olur?
Bu sorulara birbirinden önemli cevaplar verilmişti. Bir internet yazışması olarak kalmaması ve konu üzerinde önemle düşünülmeye devam edilebilmesi için bu yazışmaları, aşağıda, yorumsuz sunuyorum. 
Ayten Altaylı Kelimeler cümle içinde kullanılmadığı sürece unutulmaya mahkûmdur.
Hakan Çizmecioğlu Kesinlikle. Kullanılmayan kelimeler zaten ölüyorlar.
Hafıza çekmecesini açıp kapadığımız sürece kelimeleri unutmak imkân dışıdır.
Ayten Altaylı Okumak dışında hiçbir yöntem, günlük kullanılan kelime sayısının artmasını sağlamaz, diye düşünüyorum.
Kenan Arslan Okumak da, neleri okumak? Sizin bize yapacağınız en büyük iyilik, kelime hazinesi geniş olan yazarları tavsiye etmek. Güzel ve anlamlı yazanlarını biliyoruz, ama kelime hazinesi en geniş yazarımız kim acaba? Bilgilendirirseniz sevinirim.
Hakan Çizmecioğlu Şimdilik gazete de okusak yeterli demiyorum.
Gazete okuma alışkanlığımızı tekrar kazanmalıyız. Yeniçağ gazetesini, Töre Dergisi’ni de yaşatmış oluruz.
Herhalde Ziya Gökalp TÜRK dilini en zengin kullanan yazarımızdır.
Hakan Yavuz AB=Su
ABACI= Aba yapan veya satan kimse, Abadan giyecek yapan veya satan kimse,
Bedavacı, asalak
ABADİ=Kalınca ve açık saman renginde, yarı mat bir yazı kâğıdı türü
ABAT=1-) Bayındır, mamur
2-)Şen, rahat
Tuncay Altunezen Gâvurlarda kelimenin harflerini tek tek söyleme yarışmaları görüyorum. Mantığını anlamadım, kelimenin hafızada kalması için bir yol olabilir. Sözlük okuma, kitap okumadan daha fazla kelime haznemizin artmasını sağlar. Hakan Bey'in bu çalışmasını devam ettirmesinde yarar olduğu kanaatindeyim.
Mehmet Alp samimiyet Ar. ¹am³miyyet
a. (sami:miyet) 1. İçtenlik: “Hayatın kokusu ve rengi olan samimiyet sizden uçup gitmişti.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Senli benli olma durumu, samimilik: “Herhangi bir samimiyet bile mutlaka hakikat demek değildir.” -A. Ş. Hisar.
Kaynak tdk.gov.tr
Mehmet Alp Samimiyet kelimesi ilgili TDK'nın tanımı hariç tanım yapmak isteyen var mı?
Buket Piyade Olduğu gibi görünen. Gönülden geçenleri diliyle paylaşma cesareti gösterebilen.
Hakan Yavuz ACUBE=Tuhaf kimse
Hakan Yavuz ACUL=Tez canlı, içi tez, ivecen, Hızlı, çabuk
Buket Piyade İçten pazarlıklı olmayan. Güvenilir. Delisi dışında olan.
Hakan Yavuz ACUZE=Huysuz, çirkin, yaşlı kadın, cadı karı
Hakan Çizmecioğlu Tüm varlığı ile fikirlerini yaşayan/yaşamaya çalışan ve bu uğurda ölmeyi göze alabilen, fikirlerin de samimidir!
Hakan Yavuz ADALET=1-) Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe
2-) Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları
3-) Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme
Mehmet Alp Samimiyet:
1) Olduğu gibi görünen. Gönülden geçenleri diliyle paylaşma cesareti gösterebilen.
2) Olduğu gibi görünen. Gönülden geçenleri diliyle paylaşma cesareti gösterebilen.
3) Tüm varlığı ile fikirlerini yaşayan/yaşamaya çalışan ve bu uğurda ölmeyi göze alabilen, fikirlerinde samimidir!
ve bende diyorum ki
4) Kırılma pahasında olsa haksızlık karşısında eğilmeyen.
Hakan Çizmecioğlu Her yazar kendi hayatını yazar.
Hakan Yavuz ADAM=1-) İnsan
2-) Erkek kişi
3-) İyi yetişmiş, değerli kimse
4-) Birinin yanında ve işinde bulunan kimse
5-) Birinin yararlandığı, kullandığı kimse
6-) Birinin sözünü dinleyen, nazını çeken kimse, kayırıcı
7-) İyi huylu, güvenilir kimse
8-) (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun
9-) Görevli kimse
10-) (isim tamlamalarında) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanı benimseyen
11-) Eş, koca
Hakan Yavuz ADAP - BI=1-) Töre
2-) Yol yordam, yol yöntem
Hakan Yavuz ADAVET =1-) Düşmanlık, yağılık
Hakan Yavuz ADAY=1-) Bir görev, bir iş için kendini ileri süren veya başkaları tarafından ileri sürülen kimse
2-) Bir iş için yetiştirilmekte olan kimse, namzet
Hakan Yavuz ADDETMEK=Saymak
Hakan Yavuz Âdem=1-) Dinî inançlara göre ilk yaratılan insan ve ilk peygamber
2-) İnsan, insanoğlu, adam
3-) İnsanda bulunması gereken olumlu özelliklere sahip olan
Hakan Yavuz ADESE= 1-) Mercek
2-) Kovucuk
3-) Görüş derecesi, inceliği
Hakan Yavuz AFAKÎ=1-) Belli bir konu üzerine olmayan (konuşma), dereden tepeden
2-) Nesnel, objektif
Mehmet Kılınç ‎1. Sözlükler okunmaz; onlar müracaat/başvuru eserleridir ve bir kısmı güvenilir değildir. Sözlüklere bir metin okunurken, anlamı bilinmeyen veya tereddüt edilen kelimelerin anlamını öğrenmek ve o metnin doğru anlaşılmasını sağlamak için müracaat edilir.
2.Kişinin kelime hazinesi, sözlüklerle değil okumakla, konuşmakla, yazmakla gelişir. Okunacak metinlerin yazarları da o dili güzel, ustalıkla kullanan kişiler olmalıdır. Dilin inceliklerini bilmeyen, onu gelişigüzel kullanan kişilerin yazdıkları, dilin yanlış öğrenilmesine ve yanlış kullanılmasına yol açar.
3.Kişinin asil kelime hazinesi ihtiyaç duyduğu anda sözlüğe bakmadan bulup gayri ihtiyari yani düşünmesine ihtiyaç kalmadan kullanabildiği doğru kelimelerden oluşur; kişinin kullanamadığı kelimeler onun kelime hazinesine katılmamıştır, o kelimeyi tam olarak kendi mali haline getirememiş demektir.
Kişi, bazı kelimeleri işittiği/gördüğü anda hatırlar, anlamını da bilir; fakat bunlar kendisinin mülkiyetine geçmediği için kullanamaz.
Bazı kelimeleri ise işitmiş olmasına rağmen anlamını bilmez. Bunları anlamak için sözlüğe bakması gerekir. Hiç işitmediği, görmediği kelimeler onun için yabancıdır ve anlamak için mutlaka sözlüğe ihtiyaç duyar.
Eskiden liselerimizde Tahrir/Kompozisyon adi ile ayrı bir ders var idi. Bu dersten 100 üzerinden 70 alamayan öğrenci, diğer derslerinin hepsi 100 üzerinden 100 bile almış olsa sınıf geçemezdi, kalırdı. Bu baraj sonradan düşürüldü; zamanla müstakil ders olmaktan çıkarıldı ve Türk dili ve Edebiyatı dersinin bir bölümü haline getirildi; ama Türk Dili ve Edebiyatı dersinden geçer not almak (100 üzerinden en az 45) şart oldu. Bu da AKP iktidarında kaldırıldı. Artik liselerimizde öğrenciler kompozisyon yazmıyor, yazdırılmıyor.
Kitap okumak, her alanda yazılmış kitapları okumak dili kullanmamızı kolaylaştırır. Bildiğimiz, anladığımız ve kullandığımız kelime miktarı okuma, dinleme, yazma ve konuşmamızla doğrudan ilgilidir. Okursak, dinlersek belki anladığımız kelime miktarını arttırırız; ama yazmazsak, konuşmazsak, belli konularda kısa sureli de olsa konuşmazsak, konuşma yapmaz, konferanslar vermez, tartışmalara katılmazsak kelimeleri kullanıma sokamayız. Bu sebeple bilhassa ocaklar ve parti teşkilatları eskisi gibi birer eğitim merkezine dönüştürülmelidir.
Hakan Yavuz MEHMET KILINÇ: SÖZLÜKLER OKUNMALI BÖYLELİKLE KOPYALA VE YAPIŞTIR KÜLTÜRÜ ORTADAN KALKAR.
Mehmet Kılınç Sayın Yavuz, yazdığımı dikkatle, düşünerek ve anlayarak okumanızı tavsiye ederim.
Hakan Yavuz SAYIN KILINÇ: KELİME HAZİNESİ SADECE OKUDUĞUMUZ METİNLERLE ÇOĞALACAKSA, BU DA DEMEKTİR Kİ SADECE OKUDUKLARIMIZLA SINIRLI KALACAKTIR. NE KADAR OKUR VEDE YAZAR OLURSAK OLALIM OKUMADIĞIMIZ SÖZCÜĞÜ ÖĞRENEMEYECEĞİZ.
Mehmet Kılınç Evet, okuduklarımız ve anladıklarımız ve kullandıklarımızla sınırlı kalacaktır.
Hakan Yavuz ‎1. Sözlükler okunmaz... DİYE BAŞLADIĞINIZ YORUM OZAMAN GEÇERLİLİĞİNİ YİTİRMİŞTİR.
Mehmet Kılınç Siz, o yorumu tekrar ve anlayarak okuyunuz Sayın Yavuz.
Mehmet Kılınç Bir sözlükteki kelimeleri papağan gibi ezberinize alsanız o kelimeleri öğrenmiş olmazsınız.
Pınar Pinar Mehmet Bey sözlükler yani eski dille kamuslar eskiden icabı halinde başvurulacak kaynaklardı... Hele de yabancı dil sözlükleri tamam... Ama günümüzde dilimizin neredeyse kaybolma noktasına geldiği kelime hazinemizin bu kadar daraldığı bir zamanda sözlük okumanın ve unuttuğumuz kelimeleri hatırlamanın nesi kötü ya da anlamsız? Sözlüklerden okunup hatırlana ya da öğrenilen kelimelerin zaten günlük hayatta kullanılamayacağını kim söyledi ki? Bunun yanında elbette okumak çok önemli ancak okuma sıkıntı olanlar için sözlük okumak kadar pratik bir ikinci çözüm de göremedim.
Pınar Pınar Yani çok gezen mi bilir çok okuyan mı diye münazara yapar gibi birbirimize muhalefet etmek yerine bence hepsinin zaten faydası ortada olumlu yanları görmeye çalışalım...
Taner Söylemez ben Cemil Meriç in sözlük okuduğunu hatırlıyorum, yanlış mı hatırlıyorum acaba yanlışsam düzeltin lütfen
Pınar Pınar Bütün lisans ve lisansüstü eğitimlerinde de akademisyenlerin o uzmanlık alanı ile ilgili tavsiyesi sözlük okumaktır:)
Mehmet Kılınç Denemesi biraz zahmetlidir ve zaman alıcıdır; ama bir deneyiniz. Okuma sıkıntısı olanlar sözlüklere hiç bakmazlar. Sözlükler, okuyanlar ve okuduklarını anlamak isteyenler içindir.
Pınar Pınar Çok doğru hatırlıyorsun sevgili Taner.
Pınar Pınar Mehmet Bey, ben on bini aşkın kitap okumuş evindeki kütüphanesinde otuz bin kitabı olan biriyim okumanın önemini de bilirim ne demek istediğinizi de anlıyorum. Ama okuma ve Türkçemizi konuşma sıkıntısı çekenlere bulunan pratik çözümlere itirazınızı da anlamış değilim.
Ayten Altaylı İdeal olan kitap okurken kişinin anlamını bilmediği kelimeler için sözlüğe bakmasıdır. Böylece kelimeyi cümle içinde de görmüş olacak ve anlamı kavramış olacaktır.
Mehmet Kılınç Sözlük okumakla dil öğrenmenin pratik bir çözüm olduğunu ilk defa okuyor/işitiyorum.
Taner Söylemez İngilizce derslerinde mutlaka kelime ezberlememizi isterdi hocalarımız cümle kurabilmemiz için yanlış bir uygulamamı idi acaba ..ki dil öğrenmek adına değil zenginleştirmek adına hakan beyin tavsiyesi.
Hakan Çizmecioğlu İki yöntem de doğru gibi görünüyor diyemeyeceğim
bu konuda kendi fikrimin okumaktan yana olduğunu söylemiştim.
Fakat herkesin bir yöntemi ''yoğurt yiyişi var'', saygı göstermeliyiz...
Ayten Altaylı Kelime ezberletilirdi ama cümle içinde de kullandırılırdı. Türkçede de aynı yöntem gereklidir, kelimenin anlamı cümle içinde kullanılmadığı sürece pekişmez.
Taner Söylemez Bilmediğiniz kelime ile nasıl cümle kurabilirsiniz ki? Tohumsuz tarladan hasat alınır mı?
Hakan Yavuz AYTEN HANIM ÇOK HAKLI ASLINDA İDEAL OLAN AYTEN HANIMIN BELİRTİKLERİDİR.
Ayten Altayli Önce kelimenin anlamını öğreniyorsunuz, "kelimeyi anlamını bilmeden ezberleyin" denilmiyor ki.
Taner Söylemez hatim indirmiyorduk zaten:) kelimeyi anlamıyla öğreniyorduk cümle sonrasında geliyordu.
Pınar Pinar Aslında evet, Ayten Hanım haklıdır "Okumak dışında hiçbir yöntem, günlük kullanılan kelime sayısının artmasını sağlamaz diye düşünüyorum." demekle..sözlük okumak da gereksizdir..
Mehmet Kılınç Su anda sayıca en fazla kelimenin bulunduğu sözlük Yasar Çağbayır'ın Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan Ötüken Türkçe Sözlüğünde 250000 (iki yüz elli bin)e yakın kelime var. Ezberleyelim. Kelime hazinemiz zenginleşmiş olur mu? O kelimeleri öğrenmiş olur muyuz?
Büyük yazarlarımızın- mesela Peyami Safa'nın -kullandıkları kelime sayısı ne kadardır?
Taner Söylemez Ezberlediğimizi /öğrendiğimizi cümle içinde, yazılarımızda günlük hayatında kullanmayı yasaklayan bir kural mı var?
Ayten Altaylı Sözlük okuması yararlıdır, özellikle mesleki terimler ve kelimeler sözlükleri o meslekteki kişiler tarafından okunmalı.
Sevgi Kafalı NORMAL KİTAP HATTA ROMAN OKUMAYANLARA SÖZLÜK HİÇ OKUTAMAZSINIZ..GERÇEKÇİ OLALIM LÜTFEN..İLİMDE SÖZLÜK,ANA MÜRACAAT KİTABI OLARAK KABUL EDİLİR.KİTAP OKUMAYI TEŞVİK EDECEK TEKLİFLERİ GRUPTA TARTIŞMAK DAHA FAYDALIDIR BENCE. KİTAP OKUMAYA ÜŞENEN BİRİ, SÖZLÜK OKUMAYA KALKARSA OKUMAKTAN NEFRET BİLE EDEBİLİR...
Sevgi Kafalı ÖNCE OKUMA SEVGİSİ VE ALIŞKANLIĞI GEREKİR.
Nihal Özerçetin Sevgi Hocamızın yazdığı gibi roman okumayanlara roman okutamazsınız özellikle yeni nesil için geçerli bu kitap okumuyorlar hiççç...
Nihal Özerçetin Küçük yaşta kazanılır kitap okuma alışkanlığı ilgi çekici, renkli kitaplar okuyarak çocuklara kitap okuma alışkanlığı verilebilir... Maalesef yeni nesil pc ve tv başından kalıp kitap okuyayım demiyor... Öyle olunca da kelime dağarcıkları zayıf kalıyor...
H Nurcan Yazıcı daha fazla okuma ihtiyacı yazmaya başlayınca beliriyor
H Nurcan Yazıcı bence herkes hiç olmazsa günlük yazmayla önce yazmaya başlasın
H Nurcan Yazıcı küçük yaşta okuma alışkanlığı biraz öğretmen biraz anne baba tutumuyla ilgili
Hakan Çizmecioğlu Nurcan Hocam yazarlığa hevesi olanlar için haklısınız.
Seminer vereceklere de yüksek sesle kitap okumaları tavsiye ediliyordu...
H Nurcan Yazıcı sözlük alışkanlığımız yok genelde bilmediğimiz duymadığımız yabancı kelimeleri es geçiyoruz
H Nurcan Yazıcı Ama eskiden öyle değildi. Sözlük öğrencinin çantasında dururdu
H Nurcan Yazıcı başucu kitabı başucu "sözlük" olmalı:))
Ayten Altayli Eskiden öğrenciler bir de bir de imla kılavuzu taşınırdı yanında.
Taner Söylemez Tablete geçersek ne olacak peki? Fayda/zarar adına
H Nurcan Yazıcı Bazen öyle oluyor ki sözcüklerin "doğru" anlamını yıllar sonra "yazarken" öğreniyorsunuz:))
Hakan Çizmecioğlu ‎9 yaşında 4. sınıfa giden bir kızım var
sözlük ve deyimler sözlüğü zorunlu
imlâ kılavuzuna geçemedik :)
Mehmet Kılınç Tabletleroy almak için kullanılan bir istismar vasıtası; kim bilir belki o da düşünmekten aciz diplomalı cahillerin artmasına zemin hazırlamak için hazırlanmış bir tuzaktır.
H Nurcan Yazıcı ‎Mehmet Kılınç denemesi biraz zahmetlidir ve zaman alıcıdır; ama bir deneyiniz. Okuma sıkıntısı olanlar sözlüklere hiç bakmazlar. Sözlükler, okuyanlar ve okuduklarını anlamak isteyenler içindir." doğrudur... İstediğiniz kadar kelime ezberleyin kullanmadıktan veya okuduklarınızda karşınıza çıkmadıktan sonra yine unutulacaksınız.
Mehmet Kılınç Sayın Çizmecioğlu, bence o çocuğa seviyesine uygun masal, hikâye, roman okutun; daha iyi olur.
Mustafa Aslan Selâm ile... Lügat/sözlük, imlâ kılavuzu/yazım kılavuzu, okuyup yazan herkesin başucu kaynak kitapları olmalı. Dil ancak böyle korunuz. Malûm dil, canlıdır. Lügat ve imlâdan koparılırsa hastalanır. İlacı da lügat ve imlâdır. Dilin kabul etmediği bir kelimeyi, dile sokmak nerdeyse imkânsız gibidir. "Tablete geçersek ne olacak?" sorusundan da, cevap vermekten de korktum çünkü tablet insanımızı iyice tembelleştirecek ve araştırma, lügate bakma zahmetine katlanmayan, imlâ kurallarının gereksizliğine inanan yeni nesil sayesinde korkarım dilimiz ateşli bir hastalığa yakalanacak!
Mehmet Kılınç Bilmediği, anlamadığı kelimeler için de sözlüğe bakmasını öğretin; siz bilseniz de söylemeyin, kendisi bakıp öğrensin. Sonra da okuduklarını hem sözlü hem yazılı anlattırın.
Hakan Çizmecioğlu Sayın Mehmet Kılınç şu anki eğitim öğretim sisteminin zorunluluğu...
Benim değil...
Benim tavsiyem olur’du...
Mustafa Aslan Özellikle kalem erbabı kişilerin; lügatleri, imla kılavuzları, deyim ve terimler sözlüğü, yabancı terimler sözlüğü mutlaka ama mutlaka olmalıdır, diye düşünüyorum. H. Nurcan Kandaşım'ın da ifade ettikleri gibi insan yazdıkça kendini eğitmek zorunda kalıyor. Çünkü insanın kendini ifade etme ve karşıdakini anlama kapasitesi, kelime hazinesi ile düz orantılıdır. İnsan ne kadar çok kelime bilip kullanabiliyorsa o kadar kendini ifade edebiliyor ve karşısındakini o kadar anlayabiliyor. İfade eksikliği ve yanlış anlama olmayınca da veya en aza inince de kavgaların ateşleyicisi münakaşalar azalıyor dersem, yanlış olmaz değil mi?
Mehmet Yıldız Hakan Bey okullarda şuan Eğitim Öğretim değil ezbercilik var
Hilal Selçuk Günaydın Tabletle daha bir tek merkezden beyinlere kolaylıkla hükmedilecek, daha kontrollü bir nesil ortaya çıkacak.
Mustafa Aslan Özellikle öğretmen ve kalem erbabının; öğrenmekle ezberlemek arasındaki farkı bilmeleri şarttır. Ezberlenen unutulur ama öğrenilen ölünceye kadar insanın kazanımıdır.
Hakan Çizmecioğlu Mehmet Yıldız Bey haklısınız.
Tek çocuğum var, şükür diyor, devamlı ilgi gösterebiliyoruz.
Çocuklarımızla her zaman ilgilenmeli sisteme ve çevreye bırakmamalıyız...
Mehmet Kılınç Ortaokulda iken sevdiğim fakat fikren uyuşmadığım bir Türkçe öğretmenim vardı ve Batılı bir filozofun "ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan üstünüm" sözünü diline adeta pelesenk etmişti. Derse mutlaka sözlükle gelirdi ve hemen her kelimenin anlamını "Sözlük benden daha iyi bilir" deyip sözlükten okurdu. Yanımızda sözlük bulundurmamızı isterdi ama sözlük okumamızı hiç tavsiye etmemişti.
Mustafa Aslan Mehmet bey; Mevlana da; "Bilmediklerimin üzerine çıksam, başım arşa değer." der.
Mustafa Aslan Bir başka Türk mütefekkiri; "ben biliyorum diyen, hiçbir şey bilmediğini bilmiyordur." diyor.
Taner Söylemez Yunus’un Taptuğ Dergâhı’ndaki ilk virdi de “bilmiyorum” dur. İngilizce öğretmeniniz tavsiye etmiş miydi peki?
Mustafa Aslan İnsanoğlu, özellikle ilkokul öğretmenlerinin bilmedikleri çoğu şeyi, okuma yazma bilmeyen birinci sınıf çocuklarından öğrendiklerini de bilmezler! Mesela ben eğer öğrenmişsem, öğrendiklerimin çoğunu öğrencilerimden öğrenmişimdir. Ya bizzat onlardan öğrenerek şaşırmış, ya da onların merakını giderebilmek için araştırırken öğrenmişimdir nasibim kadarını...
H Nurcan Yazıcı Öğretmek için öğrenmek.
Mehmet Kılınç İngilizce öğretmenlerimiz de sözlük okumamızı tavsiye etmemişlerdi. Kaldı ki konumuz yabancı dil de değil; ana dilimiz.
Mustafa Aslan Veya "öğrenmek için öğretmeye çalışmak" ))
Taner Söylemez Sözlük okuyarak bilmediklerimizi öğrenmiyor muyuz kendi dilimizi zenginleştirmiyor muyuz? Cemil Meriç sözlük okumuştu, neden acaba dil bilmediğinden mi?
Mustafa Aslan Özetle bir dil ve dilcilik hikâyesi anlatayım. Kâşgarlı Mahmut zamanında; edebî dilin Farsça, dinî lisanın Arapça olduğu, medreselerde dayatılır ve Kâşgarlı Divân-ı Lügat-it Türk adlı meşhur Türk Klasiğini; "Türkçenin de en az Arapça ve Farsça kadar hatta onlardan daha işlek ilmî ve dinî bir dil olduğunu ispatlamak için" yazar...
Hakan Çizmecioğlu Konu ile çok ilgisi yok ama İngilizce den bahsedilince paylaşmadan geçemeyeceğim; kızımı geçen sene İngilizce kursuna verdim.
Önce diyaloglar da sürekli ''Jenny '' isimli bir karakteri okumasına ''takıldım'' itiraz ettim. Tavsiyem ''Bilge İklim'' olarak fotokopi edilerek okutulması idi. Sonra 29 Ekim de Milli bayramımızı kutlamadılar ders yaptılar ve cadılar bayramını kutladılar, kırılma noktam oldu. İngilizce kurs serüvenimiz bitti !!!
Bir misyon yüklendikleri belli ama millî değil...
Mustafa Aslan Tekrâren; lügât ve sözlükler dilin gıdasıdır diyebilirim. Ama sözlüğün okunarak bir şeye yarayacağına pek ihtimâl veremedim. Sadece anlamı merak edilen kelime arandığında müthiş bir bilinmezler anahtarı gibi geliyor bana... Sohbet arkadaşlarım ve yakinen tanışlarım benim en fazla kullandığım kitaplarımın Kur'an Meâlleri, Ferit Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe Lügâti ve TDK'nun Türkçe Sözlüğü olduğunu bilirler.
Cemal Emirzeoğlu Geçtiğimiz günlerde Başbuğumuzun doğum günü münasebetiyle hayatını derlediğim bir yazı yayınladım, başlarken de Başbuğ kelimesinin manasını açıkladım, 1945 den günümüze T.D.K nin bu terime yapmış olduğu açıklama her defasında değişik olmuş, 1983 yılında çete reisi diye tanımlamış.
Hakan Çizmecioğlu Yuh artık...
Hakan Çizmecioğlu Her değerli ismi etkisizleştirme operasyonu yapılıyormuş da farkında değiliz, baksanıza.
Sadece ''Ergenekon'' üzerinde çalışılıyor sanıyordum...
...

Son söz; görüldüğü gibi Türkçe üzerinde de büyük oyunlar oynanıyor. Okuyucularımın bu konuya dikkatini çekmek için böyle uzun bir yazışmayı sütunuma almamı anlayışla karşılayacağını umut ediyorum. Metni kopyalayıp yapıştırdığımda Türkçe, okuma, sözlüğe bakma konularındaki böyle seviyeli bir tartışmanın yazışmalarında da Türkçe hataları gördüğümü de söylemeden geçemeyeceğim. Türkçe konusunda konuşanların Türkçe yazma konusuna önemle dikkat etmeleri gerekir diye düşünüyorum. Güzel Türkçe için böyle seviyeli sohbetleri özlemiştik. Ne yapılması gerektiğini de konuşmaya devam etmeliyiz...

Sözüm size, bize, hepimize...

26 Kasım 2011 Cumartesi

Siz Allah mısınız?

26 Kasım 2011

Türkiye zor günler geçirirken Hükümetin, Türk Milleti’ni, Ermeni Soykırımı iddialarını desteklemekten başka bir sonucu olmayacak Dersim meselesi ile meşgul etmesi başlı başına bir ihanettir. Cumhurbaşkanı da Kraliçe'ye misafirliğe gitmiş. Geçen yıl Dolmabahçe'ye gelen Kraliçe, İstanbul'u işgal etmek için gelen İngiliz gemilerinden birinin adını taşıyan bir gemide, hem de Atatürk'ün “geldikleri gibi giderler” dediği yerde, Dolmabahçe’nin karşısında, gemide Abdullah Gül'e "Liyakat" nişanı takmıştı. Biliyorsunuz, liyakat nişanı iyi hizmet edenlere, layık olanlara verilen bir ödüldür. Şimdi içerde millet Dersim'le uğraşırken, Cumhurbaşkanı Kraliçe'nin sarayında sefasını sürmektedir. Düne kadar Türklere sivrisinek muamelesi yapanlar ne değişti de Gül’ü alkışlarla karşılıyor? Eniştem beni niye öptü? Basınımız da yalakalığın doruğunda maşallah!

Başbakan'ın Dersim Hadiselerinden dolayı özür dilemesi, CHP'li bir vekilin başlattığı sıradan bir olay değildir. Tayyip tarafından bakıldığında maksadın CHP'yi bitirmek olduğu zannedilebilir. Kısmen doğru da olabilir. Bunun arkasından Şeyh Sait isyanına katılanlardan özür dilenmesine kadar uzayan bir yol açılmış gibi gözüküyor. Atatürk dönemindeki yanlış uygulamaların eleştirilmesi CHP'yi ve Atatürk'ü yıpratacak bir iştir, doğru. Ancak esas maksadın CHP'yi bitirmek olduğunu zannetmiyorum. Maksat 50 yılda örgütlenmiş Ermeni Soykırımı veya Ermenilerin deyişiyle Büyük Facia'nın yanına bir başka Facia halkasını,10 günde, elbirliğiyle takmak, Türk Milleti bununla meşgulken İngiltere'nin talimatlarını alıp, Anayasayı düzenleme ve bölünmeyi hızlandırmaktır. Cambaza bak ve bir taşla birçok kuş meselesi... Burada en dikkat çeken husus Tayyip'le Kılıçdaroğlu'nun mükemmel dayanışmasıdır. Arşiv belgelerini göstermek yetmez; arşivi aç, Özür dilemek; yetmez tazminat da ödensin... Bundan birkaç yıl önce Baykal CHP'nin başındayken Kılıçdaroğlu Dersim'i ilk defa gündeme taşımış, Onur Öymen'in itirazıyla mesele örtülmüştü. Şimdi bu defa meseleyi Kılıçdaroğlu'nun partisinden adamları gündeme taşıyor, Tayyip ve Kılıçdaroğlu da miyancılık yapıyor. Uyu ey milletim uyu. Uyusun da büyüsün ninni.

Ermeni soykırımı meselesi 1960'larda Makarios tarafından Yunanlıların Anadolu'da yaptıklarını ve kendisinin Kıbrıs'ta işlediği soykırımı unutturmak için gündeme getirildi. O tarihten beri Ermeniler her ortamda bunu dillendirdiler. Devletimiz zamanında müdahale etmedi ve mesel bir satır gibi başımızın üstünde dönüp durmaya devam ediyor. Birçok ülkede soykırım yaptığımızı kabul ettirdiler. Anıtlar diktirdiler. Ama bir türlü sonuca gidemiyor, tazminat ödettiremiyorlardı. Dersim meselesi Türklerin soykırımcı olduğunu ispatlamak için önemli bir koz olacak onlar için. Kimlik inşasını Türkler üzerinden yaptıkları onlar için büyük bir kazançtı ama yetmiyordu. Ellerine daha güçlü kozlar geçirmeliydiler. Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu bu oyuna hizmet etmekle iftihar edebilir.

Dersim meselesinde AKP'nin ve onun güçlü destekçisi Fetullah Gülen Cemaatinin Ermenilerinkine benzer bir öteki icat edip kimlik inşasına giriştikleri görülüyor. Muhalefeti olmayan bir AKP ve Fetullah Cemaati tipi bitmek üzere olan bir mum gibiydi. Ancak bu mumu Atlantik ötesinden bu taraf, Times'den bu tarafa üfleyenler vardı. Şimdi AKP Dersim ve benzeri konularla kimlik inşa ediyor. Bu kimlik, memleketin alî meseleleri bir yana AKP'nin iktidarda kalması için ecnebilere şirin görünmesi bir yana diyen AKP ve Tayyip Erdoğan tarafından inşa edilmektedir. Fetullah Gülen Cemaati ise Saidi Nursî üzerinden kimlik inşasına çalışmaktadır. 12-13 yaşlarındaki Samanyolu Okulları’nın öğrencilerinden tutunuz da Maltepe ve Yedirenk Dersaneleri’ndeki öğrencilere kadar istisnasız ağlarındaki her öğrenciyi kendi isteğiyle olmazsa zorlayarak, daha gitmedin mi şeklinde küçük düşürerek "Allah'ın Sâdık Kulu; Barla" filmine götürmektedirler. Tabii bu zorlama kimlik inşaları bir bomba gibi ellerinde patlayacaktır. Zira bazı müntesipler sormaya başlamıştır: "Bir faninin Allah'ın sâdık kulu olduğuna kim karar verir? Bu durumu Allah'tan başka kim bilebilir? Siz Allah mısınız?

AKP ve Fethullah Gülen Cemaati Türkiye’de bir öteki inşa edebilmek için daha başka hangi malzemeleri kullanacaklar bilmiyorum. Ama Çapanoğlu’nun bir hikâyesi aklıma geliyor: Malum, Çapanoğlu’nun astığı astık, kestiği kestik. Yolda zayıf bir eşeğe oldukça fazla yük yüklemiş bir köylüyü durduruyor ve diyor ki: “Eğer bu eşeği on beş gün içinde semirmiş vaziyette huzuruma getirmezsen kelleni alacağım.” Bunun üzerine fakir köylü, elinde avucunda, ambarında ne varsa eşeğe yedirmeye başlıyor. Birkaç gün sonra eşek ahırda anırmaya başlamış. Köylü diyor ki: “Anır eşşoğlu eşek anır, nasıl olsa arkanda Çapanoğlu var!

Türk Milleti’nin bu gelişmeleri bıyık altından gülerek seyretmesinin bir anlamı var bence; Millet bunca hain nasıl olmuş da bağrımda beslenmiş diye düşünmektedir. Bunun da gereğini en kısa zamanda yapacağından hiç bir şüpheniz olmasın.

22 Kasım 2011 Salı

Pîr-i Türkistan’ın izinde

22 Kasım 2011
“ -Ahmed Yesevî Yolu İle İlgili Çok Önemli Bir Kitap- „
Alplık, Erenlik, Alperenlik, Ülkücülük... Bu kavramlar Türkiye’de oldukça yaygın kullanılan kavramlar. Hoca Ahmed Yesevî ismi de öyle. Çok farklı kesimlerce sık sık kullanıldığı halde pek bilinmeyen, tanınmayan bu isimler, çeşitli vesilelerle bugünlerde yeniden gündeme gelmeye başladı. Anlaşılan o ki Türk Milleti’nin bugünlerde buna çok ihtiyacı vardır. Bu cümleden Dr. Hayati Bice tarafından kaleme alınan ve İnsan Yayınlarınca yayınlanmış olan “Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî” kitabından[1] söz etmek istiyorum.
Muhtemelen İslâm öncesinde de tek tanrılı bir dine mensup, hatta bazı uzmanlarca da Müslüman olan, Türklerde yiğitlik, cesaret ve kahramanlık sembolü olan kişilere “Alp” deniliyordu. Bu kavramı, İslâmiyet sonrasında “Veli”nin karşılığı olan “Eren” kavramı ile birleştiren Türkler, hem yiğit ve kahramanlığı, hem de evliyalığı kişinin şahsında bütünleştirip “Alperen” kavramına ulaştılar. Hem bileği kuvvetli, hem yüreği; gönlü kuvvetli insanlardan oluşmuş bir toplum, ideal bir toplum için gerekli görüldü. Bunun için Ocak’lar Alperenler yetiştirdi. Alperen kavramı yüzyıllarca Türk Milletinin başarıdan başarıya koşmasında etkili oldu. Unutulması, Türk Devleti ve milletinin son yüzyıllarda gerilemesine yol açtı. Her şeye rağmen kavram yaşatıldı. O kadar ki son yüzyılda tarih sahnesinde olan ülkücüler bu kavramı benliğinde yaşatma eğitimi aldılar. 
Bir insan hem alp, hem eren olabilir mi? Ülkücüler Alperenliğin neresindedir?
Türk Milleti tarihin kaydettiği en cevval millet. Yerinde durmayan, kabına sığmayan bir yapısı var. Türkistan bize dar geldiği için akın akın Anadolu’ya, Balkanlara... gelmişiz. Türk Orduları gittiği her yerde önden giden gazi dervişlerce fetih için hazırlanmış bir meydan buldular. Bu dervişler asıl ordudan önce gelmiş en stratejik mevkilerde dergâhlarını kurmuş, buralarda yaşayan insanların gönüllerini kazanmışlardı.  
Arkalarından gelen orduya manevi önderlik yapmakla kalmayan bu gazi dervişler, savaşlara katılıp kahramanlıklar gösteriyor orduya da büyük bir moral veriyorlardı. 

Onları kim, niçin göndermişti?
Onları hem madde hem de mana dünyasında bu kadar güçlü kılan neydi? Nasıl bir eğitim almışlardı? Kimler eğitmişti? 

Anadolu’nun, Balkanların, Afrika’nın, Arabistan’ın vatan haline getirilmesinde büyük rolleri olan bu gazi dervişlerin Osmanlının gelmiş geçmiş en büyük dünya devleti olmasındaki rolleri neydi?
Türkistan Türklerinin, Rus ve Sovyet emperyalizmi altında yüzlerce yıldır bir esaret hayatı yaşamalarına, kültür soykırımına rağmen, her türlü olumsuzluk altında milli kimliklerini koruyabilmelerinde bu gazi dervişlerin rolü olmuş muydu? 
Daha da önemlisi, bugün Anadolu’da sıkışıp kalmış Türkiye Türklerinin, sıkıştırılan Türk Milletinin bu sıkıntılardan kurtulması için, gazi dervişlere, alplara, erenlere, alperenlere, ülkücülere olan ihtiyacı nedir? 

Günümüzde de yaklaşık bin yıl öncesinin alperenlerine benzer alperenlere ihtiyacımız var mı? Böyle bir enerji patlamasına tam da ihtiyacımız olduğu günlerde miyiz? 

Gönülleri fethederek, fatihlere yolları açan alperenlere dair ne biliyoruz? 

Türk Dünyasının en büyük mürşitlerinden, pîrlerin pîri Hoca Ahmed Yesevî kimdir, onun öğrettiği yol nedir? 
Bu ve buna benzer soruların cevaplarını bugünlerde okuduğum “Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî” adlı kitapta buldum. Kitabın yazarı, Dr. Hayati Bice. Kendisini milletine adamış biri. Onu otuz yıldan fazla bir süredir tanıyorum. Tanıdığım günden beri Türk Milleti ve Türk Dünyasıyla ilgili heyecanını, gayretini ve enerjisini kaybetmeden çalıştığına yakından şahidim. Onu daha çok Hoca Ahmed Yesevî konusundaki eserleri ve çalışmalarıyla bir otorite olarak tanıyoruz. Hazret Sultan’ın Türbesini tanıtan bir kitabı aktararak yola çıkan ve Ahmed Yesevî üzerine eserler vermeye başlayan Bice, Hazret Sultan Yesevî’nin hikmetlerini uzun bir aradan sonra yeniden gün yüzüne çıkardı. Son olarak da Ahmed Yesevî ile ilgili çalışmalarının bir toplamı olan, ciddi emek vererek hazırladığı ve bu alandaki boşluğu dolduracağını tahmin ettiğim Yesevî’nin hayatını ve yolunu anlattığı “Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî” kitabını yazdı. 
Kitabını anlamak için onu biraz daha yakından tanımamız gerekir diye düşünüyorum. 
Bice, 1959 Tokat doğumlu, Kafkasya’dan Anadolu’ya göç eden Karaçay Türklerinden. Ömrünü Türk Dünyasına hasretmesinde, büyüklerinden dinlediği göç hikâyelerinin, daha doğrusu faciaların büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Çocukluğuna kadar uzanan bu bağlar onu bir Türkistan aşığı yapmış olmalı. Okul yıllarında mensup olduğu hareket Türkistan’la yakından ilgileniyordu ve esir Türk Yurtları’nın bir gün mutlaka hürriyetlerine kavuşacağını söylüyordu. Türkistan’ı, Türk Dünyasını sevmek, yakından tanımak ve zamanla bu alanda uzmanlaşmak onu bir büyük yolculuğa çıkardı. Hoca Ahmed Yesevî ile daha yakından tanışması 1990’da Medine’de oldu. Kendisine “Türkiye’de basın!” diye uzatılan 1901 basımı bir Dîvân-ı Hikmet kitabını aldı. Bunu Türkiye Türkçesiyle yayına hazırlamayı bir görev saydı ve çalışmaya başladı. 1990’larda Türkiye’de Türk Dünyası ile ilgili ilk dergiyi çıkarmak ona nasip oldu. Türkistan’la iç içeydi ama 1994-95’lardan sonra bizzat Türkistan’a gitme ve orada görev yapma imkânı da buldu. Bu görevi onu Türkistan’ın tartışmasız en büyük manevi önderi Pir-i Türkistan Ahmet Yesevî’yi Türkistan’daki etkileriyle birlikte tanımasına vesile oldu. Dönüşünde Yesevi’nin hikmetlerini yayınlamak, Türkistan’daki diğer manevî önderleri, İşaret Taşları’nı bir tanıtmak fırsatını buldu. Bice, bir tıp doktoru ve kendi mesleği ile ilgili eserleri de var. Çok yönlü, renkli bir kişilik; Meselâ, Türk Dünyası Müzikleri’yle ilgisi ise ayrı bir bahis...
Bice, Hoca Ahmet Yesevi ile ilgili yirmibeş yıla varan birikimini bu son kitabında taçlandırmış bulunuyor. Birkaç yıldır yürüttüğü “Divân-ı Hikmet Okumaları” programlarından da bu birikimini dinliyor, biliyorduk ama “Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî” kitabı gerçekten çok önemli. Piri Türkistan Yesevi’nin yolu ile ilgili bilgileri derleyip toparlamış ve Türkistan’in en büyük mürşidini menkıbelerin arasından sıyırarak günümüzde anlaşılabilir ve yaşanabilir hale getirmiş. Bu kitap, günümüzdeki ve gelecekteki bütün Alpların, Alperenlerin ve Ülkücülerin başucu kitabı olmaya aday bir kitaptır. 
“Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî” kitabının önemli bir özelliği var: Bana göre iç içe girmiş üç kitaptan oluşuyor. 1. Türklerin İslâmiyet’le tanışmaları ve Türklerin arasında tasavvufun yayılışı. 2. Ahmed Yesevî ve Takipçileri. 3. Ahmed Yesevi Yolu. 
Hemen belirteyim ki Hayati Bice’nin yerinde ben olsaydım neredeyse iç içe girmiş bu üç konuyu ayrı ayrı kitaplar halinde yayınlardım. Özellikle Yesevilik yolu ile ilgili bölümün genişletilerek, tasavvufî kavramalar konuya yabancı bir okur için anlaşılacak derecede açıklanarak ayrı bir kitap halinde yayını gerekli görünüyor. Ama bilindiği gibi yayın konusu son derece sıkıntılı bir konu. Yayınevi bunu üç ayrı kitaplık bir seri olarak bassa satamayabilirdi. Onun için tek kitapta toplanmış olmalı. İnsan Yayınevi’ni müşterisi maalesef az olan bir konudaki bu hacimli yayınından dolayı kutluyorum.
Peki, kitapta neler var? Kitabı bu kadar önemli kılan nedir? 
Kitabın girişinde Türklerin İslâmiyet’le, tasavvufi akımlarla tanışmaları çok güzel bir özetle hatırlatılıyor. Sonra birinci bölümde Yesevî’nin menkıbevi hayatı incelenmiş ve kendisiyle ilgili bütün menkıbeler bir araya getirilmiş. 
Kitabın ikinci bölümünde Yesevi mesajını bugüne ulaştıranlar ve Yesevi Yolu konu edilmiş. Bu bölümün içinde incelenen ve ayrı bir kitap hacmindeki Yeseviye Tarikatı; Yesevilik Yolu konusu fikrimce kitabın en can alıcı bölümü. Bu bölümde Yesevi dervişi olmak isteyen bir kişinin yapması gereken şeyler; ibadet ve zikirler anlatılıyor. Bugünün dünyasında Yesevilik yolundan bir derviş olarak yararlanmak isteyen için gerekli tüm azık kitapta yer almaktadır.  Yesevi Yolu’nun yolcusu olmak isteyenler için gereken bilgiler, bizzat Yesevî dervişlerince kaleme alınmış metinlerden yararlanılarak sunulmuş. (Sf. 304-375)
Burada yer alan Erre Zikri konusu tasavvufa ilgi duyanların çok dikkatini çekecektir. Erre Zikri üzerinde önemle durulmuş; çünkü bu zikir menkıbeye göre bizzat Hz. Hızır (a.s) tarafından Yesevi’ye öğretilmiş bir zikir. Yesevilik Yolu’nun Dört Kapısı-Kırk Makâmı bölümünde dervişin oruç ve zikirle çeşitli manevî makamlara ulaşması kaynaklardan naklen anlatılıyor. Teheccüd Namazı ile ilgili bölümdeki Sufi Muhammed Danismend tarafından Hoca Ahmet Yesevi’den yapılan şu nakiller (Sf.334) çok dikkat çekici:
“...Tarîkat, kalp ile amel etmektir. Yani tarikat, gönül ile amel etmektir ve gönül âlemi gözünü açmaktır. Nitekim Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) bu konudan şöyle haber verirler: “Allah Teâlâ’nın nur ve zulmetten yetmiş bin perdesi vardır. Eğer bu perdeleri açsaydı, baktığı her şey yanardı.” Şüphesiz, Hak Teâlâ (c.c.) azze ve celle’nin nurdan ve karanlıktan yetmiş bin hicabı vardır. Eğer bunları açsa, gözünün nuru her nereye ulaşsa kesinlikle onu yakardı. 
Ve (ayrıca) âlem-i Kübra (büyük âlem) ve âlem-i suğrâ (küçük âlem) vardır. Gözle görünmeyen nesneler âlem-i kübrâdadır. Ama ehl-i tasavvufa göre, kişinin gönül âlemi açılsa on sekiz bin âlemi apaçık görür, tıpkı âlem-i suğrada göründüğü gibi. Ama gönlü açmak için sert çile çekmek gerek. ...(Bir kimsenin) şerîatı tamam olmadan tarîkat yoluna girmesi (doğru) olmaz. (Kişi) benlikten geçip yokluğa(fenâ) erişse, dünyayı terk etse, sonra tarikata girse (câiz) olur. Nitekim Hz. Resulullah(s.a.v.) buyurdular: “Ölmeden önce ölünüz.”
Yesevilik bilincinin günümüze zor şartlarda nasıl ulaştığı, Sovyet döneminin ağır baskıları altında nasıl yaşatıldığını anlatan bölüm de çok çarpıcı. 
İkinci bölümde, Yesevilikle ilgili günümüzdeki çalışmalar da tarafsız bir gözle, tenkidî şekilde yer alıyor. Kitapta genel olarak tasavvuf ve özelde Yesevilik yolu ile ilgili birçok ayrıntılı bilgiye rastlayabiliyorsunuz. Mesela günümüzde internet yoluyla tasavvuf yoluna girmek isteyenlere nasıl yardımcı olunduğunu kitaptan okuyabiliyorsunuz. Kazakistan’dan Türkmenistan’a bütün Türkistan’da yaygın bir gelenek olan “63 Yaş Toyu”, komünizm döneminde kadınların üstlendiği “Yesevi-Han Meclisi” bu özel konulardan ikisi. 
Sonuç
Bu kitap üzerinde çok konuşulacaktır, yazılacaktır.[2]
Bir iki notla bitirmek istiyorum: Kitapta geçen kavramların dipnotlarla açıklanması çok faydalı olmuş. Bu dipnotlar daha da çoğaltılabilirdi. Zannediyorum İnsan Yayınevi, kitabın hacmini düşünerek Türk Tasavvuf Edebiyatı ile ilgili kimseler için bu kadarı yeter demiştir. Kanaatimce de okuyucu bilmediği kavramlar için sözlüğe, kaynaklara bakma alışkanlığını kaybetmemelidir.
Bice’nin Yesevîlikle dopdolu beyni, yazarken onu bir hayli zorlamış. Bilgilerini bir an önce, olabildiğince aktarma arzusu ve heyecanı kitabın cümlelerinden görülüyor. Ayrıca önemli bulduğu konuları tekrarlamaktan da çekinmemiş.
Kitap önemli olunca hakkındaki yazı da uzun oluyor. Hoca Ahmed Yesevî ile ilgili her insanın mutlaka okuması gereken bir kitaptan söz ediyoruz. Üstelik günümüzde tasavvuftan çok söz edildiği halde Yesevî tarikatı uzun süredir, yolun inceliklerini anlatan böyle bir eserden mahrum kalmıştı. 
Türkistan’a, Yesevî yoluna ömrünü adamış Hayati Bice’yi, üzeri küllenmiş bir yanardağla, bizi, yeniden buluşturduğu için kutluyorum.


[1] Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, İstanbul, İnsan Yayınları, 2011,408 sf. (Bice’nin diğer eserleri; Antimikrobial Tedavi Rehberi, Annenin Rehberi, Dîvân-ı Hikmet, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Ahmed Yesevî Türbesi, İşaret Taşları, Türk Yurtları Üzerine Notlar)

[2] Dr. Hayati Bice'nin Ahmed Yesevi kitabı ile diğer eserlerin internet üzerinden temin adresi: 
http://www.kitapyurdu.com/yazar/default.asp?id=9618

11 Kasım 2011 Cuma

Sanal Mücadele

11 Kasım 2011 

Van ikinci depreminden sonra uzun süre televizyonlara, televizyonların haber bültenlerine baktım. Deprem sonrasında ilk olarak Haber Türk kanalı canlı yayına geçti. Devletin birinci kanalı nal topladığı gibi, program ve film yayınlarına da ara vermedi. Haber kanalında ise stüdyoda Fethullah Gülen’in Kimse Yok mu Derneğini parlatma çalışması vardı ve deprem bölgesine bağlanılıyordu.  Bir acar muhabir sık sık ekranın önüne geçerek yıkılmış binanın etrafında, enkazın üstünde dolaşıyor, şov yapıyordu. İnsanların panik halinde Van’ın dışına kaçtığını anlatıyordu! Galiba depremin tesirindeydi ve enkazın altından bir ses gelebilir diye düşünecek durumda değildi. Kimse de kendisini ikaz etmiyordu. Görüntülerin altyazılarında ise üç yüz kişilik kurtarma ekibi deprem bölgesine sevk edildi, on beş bin çadır gönderildi, şu, şu, şu bakanlar bölgeye gidiyor şeklinde yazılar vardı. İstisnasız bütün özel televizyonlar da aynı türde altyazılarla haberler verdiler. Buraya kadar söylediklerim alışılmış şeyler. Başka ülkelerde olsa skandal olurdu, yayın kurumlarının başındaki kişilerin istifa etmesi beklenirdi. 

Bu konuyu neden yazıyorum? Dikkatinizi çekmiştir; Enkaz başından canlı yayın yapılıyor, her şey karman çorman, devletin yetkililerine küfrün bini bir para.Herkes enkazın üstünde. İçerde kaç kişi var belli değil. Yaşayanlar olduğu biliniyor. Televizyonların yayınları enkazdan uzak durulması, kurtarma çalışmalarına yardımcı olunması, sessiz olunması şeklinde yayın yapılması gerekir değil mi? Kaç yaralı, kaç ölü var? Başka yıkılan binalarda enkaz altında insan var, bunları bildirmeleri beklenirken sürekli enkaz etrafında konuşuyor ama doğru dürüst bir bilgi veremiyorlardı. Kanal 8’in yayını dışında ciddi bir yayın yoktu denilebilir. Görünüşte depreme kilitlenmişlerdi ama tek yaptıkları ciddi iş hangi bakanların Van’a gitmekte olduğunu bildirmek oldu. Yani gerçekte yapmaları gereken uyarma, bilgilendirme görevini yapmıyor, sadece propaganda yapıyorlardı. Sanki bakanlar Van’a gidince mesele çözülecek, enkaz çıkarma hızlanacak, enkaz altındakiler hemen kurtarılacakmış gibi... Tamamen sanal bir televizyonculuk! 

Türkiye’de her alanda yapılan işler sanal olmaya başladı. Sadece televizyonculuk değil, siyaset, eğitim, sağlık, din... Aklınıza ne gelirse sanallık kokuyor. Yapılan işler meseleleri çözmeye yönelik değil, tamamen gösterişten ibaret. İş yapılıyormuş gibi görünüyor, ama yapılmıyor, sahtekârlıktan ibaret işler yapılıyor. 

Bu sahtekârlıktan millet sıkıldı. Deprem oluyor, hurra! Çadır ve katalitik yardımı bekleniyor, battaniye yardımı bekleniyor, çocuk mamasına ihtiyaç var, bebek bezine ihtiyaç var diye devletin yapması gereken işler millete havale ediliyor. Peki, bu millet niye o kadar deprem vergisi verdi?Zaten meseleleri kendisi çözecekse ne diye o kadar vergiyi verdi? Kurban Bayramı günü camilerde halka uzatılan yardım kutularında neredeyse bozuk paradan başka para yoktu. Efendiler millet artık bu sahtekârlıktan bıkmıştır. Bakanların deprem bölgesine gitmelerine gerek yoktur. Orada görevlendirilen kişilerin meselelerin üstesinden hakkıyla gelmeleri gerekir. Bakanların ortaya çıkıp bir şey yapıyormuş gibi görünmelerinden de millet bıkmış olmalı ki enkaz başındakiler yetkililere sevgi ve saygılarını sunmaya başlamışlardır.

Sanal sahtekârlığın örnekleri saymakla bitmez. Güya RTÜK diye bir kurumumuz var. Türk ailesi, çocukları bu kuruma emanet. Ama yaptıkları işler tamamen sanal. Çoluk çocuğun beynini iğfal eden çocuk dizileri, gençleri iğfal eden gençlik diziler, aileyi perişan eden kimin eli kimin cebinde dizileri, ahlâksız yarışmalar ve programlar nedense bu kurumun ilgisine girmiyor. Görünüşte millet adına sanal olarak görev yapıyorlar ama gerçekte görevlerini yapmıyorlar.
Peki milletin zinde kuvvetleri ne yapıyor dersiniz? Türk Milliyetçileri ne yapıyor? Onlar da sanal bir mücadele içinde. Aydınlarımız günde iki üç yüz kişinin okuduğu bir makaleyi (mesela bu yazıyı) yazdığı zaman kendini görevini yapmış kabul ediyor. Doğru dürüst bir televizyonları, bir gazeteleri yok. İşin kolayını bulmuşlar, internette yuvalanmışlar. Yüzlerce, binlerce grup kurmuşlar. Sanırsınız ki Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti’nin istikbalini ayaklar altına alan ihanetle mücadele ediyorlar. Türk milletinin geleceğine yön veriyorlar. Hayır. Sadece birbirleriyle uğraşıyorlar. Kişi ve kurum olarak birbirleriyle uğraşırken harcadıkları enerjinin binde birini harcamış olsalar meselelerin büyük bir kısmı çözülmüş olurdu. Meseleler durduğuna göre mücadelenin gerçek değil, sanal olduğunu kabul etmemiz gerekir. İnternette Facebook’ta onlarca üyesi binlerle ifade edilen milliyetçi, ülkücü grup var ama gündemi en küçük bir şekilde etkileyemiyorlar. Çünkü mücadelelerinin sanal olduğundan, bir yanılsama içinde olduklarından haberleri yok. Birbirlerini beğenip, yerip duruyorlar.

Siyasetçilerimiz de tamamen sanal bir mücadele içindedir. Güya her türlü olumsuzlukla mücadele içindeler. Hayır. Akıntıya kürek çekiyorlar. Türk Milliyetçilerinin ortaya koydukları bir gündem yoktur. Başkalarının gündemini takipten yorulmuş, bitap düşmüşlerdir de akıllarına kendi gündemlerini takip etmek gelmiyor. 

Çözüm nedir? Çözüm, herkes şapkasını önüne koyup düşünsün. “Ben sanal olmayan ne yapıyorum? Bugün Allah rızası için ne yaptım? Milletim son haçlı seferi karşısında çökertilirken, devletim buna seyirci kalırken ben ne ile meşgulüm” diye baksın. Güya her ülkücü kanaat önderi kendi çapında bir şeyler yapıyor. Vallahi yalan. Bu kadar parçalanmış bir hareket, isterse ağzıyla kuş tutsun bir şey yapamaz. Onun için derhal bu parçalı bulutlu ortam günlük güneşlik yapılmalıdır. Hiçbir ülkücü kişi ve kurum diğerine en küçük bir söz söyleyememelidir. Bunun için bütün milliyetçi kişi ve kuruluşların önde gelenleri derhal bir kurultay yapıp bu sanallıktan, sahtekârlıktan kurtulmalıyız. Gerekirse Papa seçiminde olduğu gibi hepsini bir binaya toplayıp, birleşinceye, bütünleşinceye, tek ses tek yürek oluncaya kadar onları oradan çıkarmamalıyız. 

Sözüm size, bize, hepimize.