17 Ağustos 2011 Çarşamba

"Gönülden Sesler" İlahi Yarışması Rezaleti

17 Ağustos 2011

Gönül kelimesinin Batı dillerinde bulunmayan, tamamen Türk milletine has bir kelime olduğunu işitmişsinizdir. TDK, “Gönül” sözünün anlamını; “Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı” ve mecazî anlamını ise “İstek, arzu” olarak vermektedir. Bu kelimenin önüne veya arkasına getirilen her kelime, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, belki de ben öyle düşünüyorum, ilk başta bize sıcak gelir. Çünkü gönül’ün sıcaklığı, saflığı, samimiyeti sinmiştir ona. Hatta gönülsüz kelimesi bile öyledir. Sözü uzatmayalım, sizlere bir televizyon yarışma programından  (İlahi Yarışması) söz edeceğim. Programın adı “Gönülden Sesler”. Tabii olarak bu isimdeki bir programı, gönülden gelen, yürekten çıkan sesler duyacağımı düşünerek görmek istedim. Pop Starlar, Türkü starlar, Dans starlar... filan görmüştük de İlahi starları hiç görmemiştik. Ve “Gönülden Sesler” programına kısa bir süre bakmak gafletinde bulundum... 

Bu kısa seyirciliğim bana çok pahalıya mal oldu. Bir kere böyle bir televizyonculuk, böyle bir yayıncılık olamaz diye saçımı başımı yoldum. Sonra o gece bu kepazeliği düşünmekten uykularım kaçtı, zaten çok kısa olan Ramazan Gecelerim daha da kısaldı. İftar öncesi eksik uykularımı tamamlama çabası, sonrası teravihe yetişme kaygısı, döner dönmez uyku, saatinde sahura kalkıp yeme telaşı, sonrasında mukabeleye camiye yetişme, dönüşte işe gitmeden biraz daha uyku şeklindeki programım bozuldu. Başka ne gibi kepazelikler oluyor diye yine aynı programa zaman zaman bakma ihtiyacı hissettim. Ramazan boyunca televizyonu hayatımdan çıkarmaya çalışacaktım, olmadı. Üstelik “Bir kanalın yarışma programında bunca kepazelik oluyorsa, bunca kanalın iftar ve sahur programlarında kim bilir neler oluyor, ne herzeler yeniyordur.” diye daha çok televizyona bakmaya başladım.

Müzikle yakından ilgilenir, Türk Tasavvuf Müziğini de az çok bilirim. Kanal 7’de yapılan Gönülden Sesler programındaki kadar kötü tasavvuf müziği örneği, Türk televizyonculuk tarihinde bir araya getirilmemiştir.Ulusal çapta yayın yapan televizyonlar, bu kadar kötü örneği seyircisine seyrettiremez. Seyircinin maneviyatının yüksek olduğu bir ayda, konusu tasavvuf olan bir yarışma programı sunuyorum diye böyle bir kepazeliği seyircisine harikalar sunuyorum şeklinde yutturamaz. Böyle yapılırsa bunun adı din istismarcılığı, maneviyat istismarcılığıdır. Kanal 7 başka programlarını bilemem ama bu programıyla din istismarcılığı yapmaktadır. RTÜK de buna sessiz kalmaktadır.

Bir programın, o da sadece bir bölümünde çok kötü bir beste seslendirilmiş olabilir, hiç olmazsa sözleri güzeldir, yahut iyi bir eser kötü bir icra ile karşınıza çıkar ve siz bu eksikliği, konu tasavvuf olduğu için; uzmanı ve icracılarının az olduğu bir alanda olduğunuzu düşünerek (Sonradan öyle olmadığını çok kötü olan bu örneklerden piyasada binlercesinin cirit attığını öğrendim) veya canlı yayında bunlar olabilir diyerek, hoş görebilirsiniz. Ama öyle değil kardeşim; Ne beste besteye benziyor, usül yok, makam yok, ne söz söze benziyor, ne icra icraya. Ne söyleyen, ne de çalan tasavvuf müziğinin yanından bile geçemiyor.  Nerede o yüzyıllardır söylediğimiz, halka mal olmuş, anonimleşmiş Yunus ilahileri, nerede bunlar. Üstelik beste olduğu düşünülebilecek eserler de çok kötü. Tahir Karagöz’ün, Ahmet Hatiboğlu’nun ve İrfan Gürdal’ın bestelerinin çok çok uzağındaki kötü örnekler bize övülerek sunuluyor. Maalesef yarışma jürisinde de Yıldırım Bekçi gibi tanınmış bir sanatçı var.  (Diğer üyeler İkbal Gürpınar ve Mustafa Demirci)  

Tasavvuf Müziğine gönül veren amatörler, “Ben daha iyi ilahi okurum” diyenler yarışmaya davet edilmiş. Yarışmanın amacı bu müziği toplumun gündemine taşıyıp ilgiyi arttırmakmış. Konya, Ankara, Kayseri, Şanlıurfa, Erzurum, Trabzon, Bursa ve İstanbul’da 15-25 Temmuz 2011 tarihleri arasında yapılan ön elemelerde seçilen 13 kişi finale kalmışlar ve halen yarışıyorlar. Hayır, sanırsınız ki Türk Tasavvuf Müziğinin en kötü örneklerini bulun getirin diye bir geziye çıkmışlar ve yarışmacıları bulmuşlar. (Hak yemeyelim; içlerinde nalsı olmuşsa Türk Tasavvuf Müziği söyleyen bir aday var) Programda güya Türkçe, Arapça ve Kürtçe ilahiler söyleniyor. İlahi demeğe bin şahit lazım. Sanki bir oyun havası dinliyormuşsunuz gibi. Hani Flash TV’de, gazino benzeri bir stüdyoda Romanlarla bir program yapılıyor ya, tıpkı o. Gazinoda bir oyun havası dinliyor gibi ilahi dinliyorsunuz. Tek farkı, göbek göremiyorsunuz, onun yerine başı örtülü ama boyalı suratlarla, sürmeli gözlerle filan idare edeceksiniz! Değil insana uhrevi bir zenginlik katmak, insanı dinden çıkarır bunlar. Düşündüm ve bir türlü bu programın faziletini anlayamadım. Kendime bakıyorum, bu programa bakıyorum, Müslümanlar böyle seviyesiz şeylere güzel diye bakabilir mi ey güzeli seven Allah’ım diye düşünüyorum, çıldıracağım...

Bu yarışma programı vesilesiyle, elimde kumanda, televizyonlardaki iftar ve sahur programlarını dolaşmaya başladım ya, sonunda meseleyi çözdüm: Önce Amerika’daki zencilere yönelik bazı kiliselerde ve Güney Amerika’daki kiliselerde yapılan (filmlerden gördüğüm) şarkılı, danslı ayinler aklıma geldi. Hıristiyan misyonerlerin Afrika’da kurduğu kiliselerde yapılan ayinleri hatırladım. Eğitim seviyesi düştükçe, sömürebilmek için nasıl dinin kullanıldığını düşündüm. Sonra, son beş yıldır, Türkiye’de, başta TRT olmak üzere televizyonlarda yapılan Ramazan ve Mevlit programlarını düşündüm. Bu programlarda eskiden klasik sazlarımız eşliğinde veya sazsız, çoğu halka mal olmuş veya büyük bestekârlara ait eserler icra edilirdi. Sonra bunlar değişti. İngilizce, Arapça ilahiler, başta devlet televizyonu olma üzere icra edilmeye, hatta görüntülerle sunulmaya başlandı. Sonra Samanyolu gibi televizyonlarda cami dışı mevlit programları düzenlenmeye başlandı. (Konser salonlarındaki bu Mevlit özel programları nedense bana “Camilere kiliselerdeki gibi sıra koyalım” diye kanun teklifi veren politikacıları hatırlatmıştır.) Sonra Türk Tasavvuf Müziğinin o dev repertuarı unutuldu, kaliteli sanatçılar ortalıktan yok oldular ve yerine yerden bitme sesi oturmamış, ben nezleli diyeyim de siz koyun melemesi düşünün, sanatçılar, ilahi adı altında bu garip şeyleri sunmaya başladılar. Türk Müziği Koroları, Konservatuarlar, TRT gibi konuyla ilgisi olan kurumlar ve hiçbir otorite bu kepazeliği ifşa etmedi. Bu kötü akım gittikçe yaygınlaştı. Güzel şeyler meydandan süpürülünce, kötü örnekler hemen onların yerini aldı. Artan talep nasıl çakma hocaları çıkardıysa, çakma ilahi sanatçıları, toplulukları ortaya çıkmaya başladı. (Ben bunlardan bir tanesini Ankara Hacı Bayram’da bu Ramazan’da kurulan sahnede “Hacı teyzelerin benden en çok istedikleri ilahi” diye takdim ettiği, bir şarkı güftesine uydurulmuş ilahisinin ancak girişine tahammül edebildim. ) Hatta iş o raddeye geldi ki bir televizyon kanalında bayan mukabele grubuna erkek hoca Kur’an okumaya başladı. İstisnasız bütün televizyonlar ilahi yayınlıyoruz diye, kesinlikle Türk Müziği ile ilgisi olmayan, Arap müziği değil Arabesk müzik tesirli, def ağırlıklı sazlarla, Türkçe, Arapça ve Kürtçe sözlü, estetikten uzak, müzik olarak çok kötü şarkılar yayınlamaya başladılar. (Bunlar sanki sunucularını da özel olarak seçiyor; kılık, kıyafet, tavır, üslup, hak getire.) Maalesef TRT bütün bu işlerin öncülüğünü yaptı; çakma sanatçılarla ilahi icraları, İngilizce ilahiler, sunucular...

Özetle, Türkiye’de Türk dini hayatına güzellik katan ne varsa içine su katılmaya, bozulmaya, laçkalaştırılmaya çalışılmaktadır. Bunun içinde Türk Müziği, Türk Tasavvuf Müziği de vardır ve yerine Arap besteli, Arapça ve Kürtçe sözlü şarkılar ikame edilmeye çalışılmaktadır. Klasik Türk Sazları yerine onlarca defin kullanıldığı Arap saz takımı getirilmektedir. Selâtin camilerinde hâlâ örneği görülebilecek haşmetli Türk Tasavvuf Müziği, TRT’den de çekilmiştir ve başta Kanal 7 olmak üzere, televizyonlar elinden büyük darbe yemektedir. Özellikle şu son Gönülden Sesler Yarışması, herzeye dikilen son cığa, tüy olmuştur. 

Gittikçe Arap ezanlarına benzeyen tekdüze ezanlarla, Arap usulü kıratlarla karşılaşıyor, birbirinden uzak makamlarda söylemeye başlıyoruz. Bildiğimiz ve ortak icra edebileceğimiz ilahileri icra edemez hale geleceğiz. Çocuklarımız sürekli yabancı müzik dinlediği için Türkü söyleyemez hale geldiler bile. Şimdi, birlikte türkü çağıramayan, ilahi söyleyemeyen bir milletin sonunun ne olacağını düşünüyorum. 

Bize “Ya kültürünü terk et İngiliz hayranı ol, ya cahil kal, Arap ol, Kürt ol, ama asla (muhteşem) kendin olma!” deniliyor. Bununla kalsa iyi, bu dayatma devlet eliyle uygulanıyor. Cehalete doğru son sürat gidiyoruz. Gaflet, dalalet ve hıyanet “Sizde bir türlü bizde bin türlü”...

Bu millet çok sabırlı bir millet yahu!  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder