20
Ağustos 2014
Van Gevaş’ta, 1335 yılında yapılmış Halime Hatun Kümbetinin
yakınındaki ağaçlar kesilerek beş katlı bir yurt binası yapılmıştı.[1] Halime
Hatun Kümbeti yanına onun görüntüsünü bozacak, mimarlıkla, şehir mimarisi ve
plancılığıyla hiç alakası olmayan bir yurt binası yapılması gecikmeli de olsa
sanal âlemde ve ulusal basında eleştiri konusu oldu. Selçuklu Mezarlığı olarak
bilinen mevkinin yalnız türbe kısmı kalmış, hemen ardında çirkin bir bina
görüntüsü yer almıştı. Konu gündeme gelirken cinayeti işleyenin sadece Gevaş’ta
değil gittiği Konya’da da bin yıllık bir çeşmeyi yok ettirdiğini yazılmıştı. Bu
konudaki yazıları, haberleri, fotoğrafları ürpererek okudum. TOKİ binayı ben
yapmadım dedi.[2]
Gerçekten çok büyük bir mesele ile karşı karşıyayız.
Eleştirenlerin bazıları bunu bir öküzün bile yapmayacağını söylüyordu ki ben de
aynı görüşteyim. Eleştirilere karşı çıkanlardan bazıları ise ‘bina ile türbe
arasında yüz metre var; sanki arada bir mesafe yokmuş gibi duran resimleri öne
çıkarıyorsunuz, yapılan iş doğru değil tarih bilincinden yoksunluk, cehalet,
düşüncesizlik ama yine de eleştirilerinizi mertçe yapın’ demişler. Eleştiriler
mertçe yapılmalı sözüne katılıyorum. Yine de derken tartıştığımız konunun
gündeme getirilmesi sırasında namertlik yapıldığını söyleyenlere katılmıyorum.
Çünkü bir tarihi bina, bir şaheser, bir şehrin neresinden bakılırsa bakılsın
görülebilmeli. Şehir plancılığı ve mimarisi bunun için vardır. İsterse aradaki
mesafe on kilometre olsun, eğer tarihi eserin görüntüsünü (silüetini) bozuyorsa
şehir belediyeleri o esere izin veremez, vermemelidir; Kültür bakanlığı bu
duruma göz yumamaz, yummamalıdır.
Tarih boyunca Türk İslâm beldelerini alan Hıristiyanlar ilk
iş olarak cami merkezli Türk Şehir Mimarisini yok edip o caminin yanına daha
görkemli kiliseler yapmışlardır. Yol vesaire bahane edilerek yıkabildikleri
kadarını yıkmışlardır. Son dönemlerde Balkanlarda ve Türk İslam coğrafyasında
tarihi türk eserleri ve camilerinin etrafı istimlâk edilerek satın alınmakta,
daha sonra da oralara farklı yüksek binalar yapılıyormuş gibi kiliseler
yapılmaktadır. Bu kiliseler hiç şüphe yok, oradaki eski camiden daha yüksek ve
ihtişamlı inşa edilmekte, şehrin bütün Türk Şehri özelliği yok edilmekte, o
şehirlerin yöneticileri de buna sessiz kalmaktadır. Bu bir cinayettir ve
rahatlıkla bunun adını mimari soykırım olarak koyabiliriz. Balkanlarda mimari
soykırıma adım başı rastlayabilirsiniz.
Buna benzer bir mimari soykırım da Kâbe’de yapılmaktadır.
İngiliz kafalı ve güdümlü Suudlar, Kâbe’nin yanına Kâbe’yi nokta kadar
gösterecek büyük oteller ve Londra’daki meşhur Big Ban’e tıpatıp benzeyen,
lakin ondan çok daha büyük, devasa bir saat kulesi yaptılar. Kâbe’nin içini
demir yığınına döndürdüler. Merak edenler bu rezaleti Kabe TV kanalını açıp
canlı olarak görebilir yahut internetten araştırabilir. Cehaletten kaynaklanan
bu gibi işleri saymakla bitiremeyiz ama dünyanın gözbebeği olan Kâbe’de ve yine
dünyanın gözbebeği olan İstanbul’da benzer bir soykırım’ın yapılmasını asla
kabullenemeyiz. Fikrimce Kâbe’ye tepeden bakanların bu meskenlerini başlarına
geçirmek gerekir.
İstanbul’da da benzer bir mimari soykırım vardır. Bu
soykırım güzelim Sultanahmet ve Ayasofya görüntüsünü bozacak binaların yapımına
izin verilmesidir. Bunu yapanlar Türk Şehir plancılarının, mimarlarının en
iyilerinin bünyesinde bulunduğu, bulunması gerektiği İstanbul Belediyesi’dir.
Bu belediye bu cinayete nasıl izin vermiştir akla ziyandır. Şimdi o binaların
ne durumda olduğunu bilmiyorum ama görüntüyü bozacak kadar yükseldiğini
gözlerimle gördüğüm için bunları yazıyorum. Keza Marmaray köprüsü için aklı
başında ne kadar uzman varsa belediyeyi ve Erdoğan hükümetini uyarmış, hatta
Unesko bile bunun doğru olmadığı, başka bir yere yapılması gerektiğini,
Sultanahmet görüntüsünü bozduğunu söylese de dinletememiştir. Mahkemeler filan
Erdoğan’a vız gelmiştir. Üstelik Başbakan bütün engellemelere rağmen size bu
modern hizmeti getirdik diye açılış yapmıştır. Bu gibi cinayetleri saymakla
bitiremeyiz. Ama asıl felaket zihniyetimizdedir. Erdoğan’ın 30 Mart Bursa
Mitingi’ni hatırlıyorum. Arkasında şehrin göbeğine Ulucami’nin ve tarihi
Bursa’nın görüntüsünü mahvetmiş bir şekilde inşa edilen dev TOKİ blokları
önünde,[3] Bursalılara Tarihi Bursa’yı nasıl imar ettiklerini, tarihi eserlere
nasıl baktıklarını, gerine gerine anlatmıştır. Bu ne acaip bir tezattır ya
Rabbim. İnsanın oturup ağlaması gereken bir tezat.
Mimari soykırım bu şekilde Türk Şehrine, Türk Camisine, Türk
Kümbetine uygulanırken, Türkiye’deki bir azınlık eseri neredeyse ortaya
çıkarılıp etrafı bu gibi görüntü kirliliğinden kurtarılmaktadır. Avrupalılar,
Avrupa’nın herhangi bir şehrindeki, bırakın 500-1000 yıllık bir eseri, yüz
yıllık bir esere bile bir çivi çakılırken ne gibi tedbirler alıyorlar, gidin
bir bakın. Gidin Akdamar’a Kilisenin 200 metre uzağına bir otel inşa etmeye
çalışın bakalım. Dünya nasıl ayağa kalkıyor. Bizde ise bazı muhteremler hangi
parti, hangi zihniyet yaparsa yapsın, lanetlenmesi gereken bu gibi işleri
eleştirmek yerine eleştirenleri sindirmeye çalışıyorlar.
Bu işe izin veren yöneticiler derhal istifa etmelidir. Bu
soykırımın sorumluları adalet önünde, şehir plancıları, mimarlar nezaretinde
hesap vermelidir. Bu mimari soykırım, bütün cepheleriyle araştırılmalı,
sonuçlar mimarlık fakültelerinde bir şehir plancılığı ve mimarisi nasıl
olmamalıdır dersinde örnek olarak gösterilmelidir. Türk İslâm eserlerine böyle
hoyratça davranılmasının önüne geçilebilmesi için bütün kurumlarımızın, bütün
vatandaşlarımızın hassasiyetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç bulunduğu
çok açıktır.
Sözüm size, bize, hepimize...
[1]http://www.haberlersondakika.gen.tr/106231-halime-hatun-kumbeti-nin-siluetini-bozdular
[2]http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27028611.asp
[3]https://www.google.com.tr/imgres?imgurl=http%3A%2F%2Fimg03.imgfotokritik.com%2Ffk_new%2Flowres%2F4%2F9%2F5%2F495945%2F2778954-bursanin-uzerindeki-kara-bulut-toki-konutlari.jpg&imgrefurl=http%3A%2F%2Fwww.fotokritik.com%2Farama%2Ftoki&docid=RYM2h2MFDQ4cDM&tbnid=3pyAVdZA2kFTyM%3A&w=280&h=280&ei=A2PzU9LvPIWl0QWjw4C4AQ&ved=0CAIQxiAwAA&iact=c