06 Eylül 2012
ABD Türkiye'nin Suriye'ye girmesini istiyordu. BOP Eşbaşkanlığı'na da bu konuda her türlü baskıyı uyguluyordu. Buna rağmen Türkiye'de bir isteksizlik, iflas eden sıfır sorun siyasetine gönüllü gönülsüz/mecburi bir devam ediş gözleniyordu. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyıktı çünkü.
ABD'de yapılan bir savaş oyununda Türkiye Suriye'ye girmezse içeride büyük bombalamalar yapılması konuşulmuştu. Gaziantep'teki bombalama olayı bu savaş oyunu haberinin doğruluğunu gösteriyordu. (PKK halen bu olayı üstlenmemeye devam ediyor.) Yine Şemdinli ve Beytüşşebap'daki devlete yönelik saldırıların arkasında sadece PKK'nın olmadığı çok açıktı.
Türkiye hâlâ Suriye'ye girmemek için ayak diremeye devam ettiği için mi Çuvalcı CİA Başkanı ve ekibi (Bu ekip daha önce Gül ile de görüşmüştü[1]) yeniden Türkiye'yi sıkıştırmak için mi ülkemize geldi, bilmiyoruz. Bu ziyaret öncesinde dikkat çekici bir haber internete düştü: Güncel Meydan sitesindeki bir haber yazıya göre de Cumhurbaşkanı Gül zehirlenmişti ve olayın üstü örtülüyordu.[2] (Bu hadise Türkiye içi iktidar çatışmalarının sonucundan çok dünya iktidarı çatışmalarının bir sonucu olabilir mi, hadise doğrulanmadığı için bir şey söylemek mümkün değil!)
Bu gelişmelerin hemen akabinde meydana gelen Afyonkarahisar mühimmat deposu patlamaları kafaları iyice karıştırmış durumda. Kaybettiğimiz 25 vatan evladı ise ciğerimizi deldi. Ağır yaralılarımız var. Şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza Allah'tan acil şifalar diliyorum. Gece ilk yapılan açıklamalar el bombalarıyla ilgili bölümde bir sayım veya tasnif sırasında bu patlamaların olduğu yönünde idi. Yapılan açıklamalarda Genelkurmay 'bilinmeyen bir nedenle' vurgusunu yaparken Bakan Veysel Eroğlu 25 askerin şehit olduğu patlamayı "kaza" olarak duyurdu. CNN Türk'teki canlı yayında konuşan Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk bu olayın kaza olmasının mümkün olmadığını iddia etti. Bakan Veysel Eroğlu'nun açıklamasını sert bir dille eleştiren general, işin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünüyor. Generalin canlı yayında ortaya koyduğu çarpıcı sorular kesinlikle yanıtlanması gereken veriler içeriyor.
Emekli Tümgeneral Haldun Solmaztürk, şu şok iddiaları dillendirdi;
*Bu kaza olabilir mi? Kaza olma ihtimali olmama ihtimaline karşı çok düşük. Çünkü askeri mühimmat darbelere dirençli imal edilir. Bunlar sandıklar içindedir. El bombaları tek taşınmaz, sandıklar içindedir.
*Bu mühimmat düşmekle patlamaz.
*El bombaları fünye ve bomba ayrı olarak bulunur. Patlaması için fünye ile bombanın birleştirilmesi gerekir. Bunlar ambalajlar içindedir. Haliyle böyle bir patlama olmaz. Kazaysa bu akıl almaz bir kaza...
*Açıkça söylüyorum 21.15'te bu patlamanın, kabul edilebilir bir tarafı yok. O saatte sayım olmaz. Bunu hiçbir asker kabul edemez. Savaşın ortasında değiliz ki, neden gece yapalım bunu. Şırnak'ta olsa çatışma varken olsa anlarım. Ama Afyon'dasınız. Gece görüş koşulları bu kadar sınırlı. Bunun hiçbir açıklaması yok.
*Burası en üst düzeydeki depodur. Sadece uzmanlar bulunur. Er bulunmaz.
*Sıradan herhangi bir asker bile bu saatte 21.15'te bunun yapılmayacağını bilir. Çünkü gece burada suni aydınlatma yapmak gerekir. Savaşın içinde değilken acil olarak niye gece sayım yapılsın.
*25 şehit var. Gece, karanlıkta, dar bir alanda 25 asker bir aradaysa buna kaza denemez.
Bu kadar sayıda insan gece mühimmat elden geçiriyorsa bunun kabulü mümkün değil.
*Kaza mı değil mi? PKK yapmadı diyemeyiz tıpkı kaza değil diyemeyeceğimiz gibi.[3]
Gerçekten de hiçbir depo veya herhangi bir yerdeki sayımda 50 kişi olmaz! Hiçbir mühimmat deposuna 16.30’dan sonra savaş hali veya taarruz hariç, girilmez.. Depolanmış el bombasının patlama riski sıfırdır.
Bu sabah görüldü ki durum çok daha vahim. Bir kilometrelik alana yayılan top mermileri, mayınlar ve benzeri malzemeler var.
Peki, Türkiye'nin Suriye'ye girmesi için baskı oluşturacak Gaziantep'ten daha büyük bir olay olması gerekiyordu. Bu da Afyonda yapıldı diyebilir miyiz? El-cevap: Evet! Bu durumda Afyonkarahisar hadisesi bir sabotajdır ve arkasında ABD (onun da patronu İngiltere) vardır. (Cumhurbaşkanı’nın zehirlenmesi de, BOP Eşbaşkanlığı’na yapılan baskı sürecine Gül’ün yeterince katılmayıp, Suriye’ye girme hususunda hükümet üzerinde fazlaca bir baskı oluşturmamasıyla ilgili olabilir.) Peki, açıklamalar niye böyle? Çünkü devletler, kendilerine yapılan saldırıda devlet adı zikrettiğinde bu savaş sebebi olacaktır. (Mesela Suriye yakınlarında düşen uçağımız meselesinde Başbakan erken ve gereksiz konuşmuştur, bilerek veya bilmeyerek! Tükürdüğümüzü yalama zorunda kaldık!)
CİA'in Suriye sınırını kontrol ettiği, giriş çıkışların CİA kontrolünde yapıldığı söyleniyor. İskenderun otelleri'nin CİA ajanları ve El Kaide teröristleri kaynadığı söyleniyor. Yabancı uzmanlar buradaki çalışmaların ve göçmen kamplarının Türkiye'nin başına çok büyük işler açacağını söylüyor. Bu hususu aklımızda tutalım;
Tayyip Erdoğan, ayak dirediği takdirde, kullanım tarihi de geçtiği için yerine Kılıçdaroğlu'nun geçirileceğini fark etti, buna göre siyaset değişikliğine mi gitti?
Bu yüzden mi Tayyip Erdoğan'ın AKP MYK'sında bir değişikliğe gideceği haberi duyuluyor? Ardından Başbakan bir açıklama yapıyor ve Suriye'ye gireriz, Şam'da Emevi Camiinde namazımızı kılarız diyor.
Bu durumda bazı sorular akla geliyor. Ve tabi sorulardaki yeni durumlara göre yeni duruşlar gerekecek:
Birinci soru şu: Başbakan'ın Suriye'ye daha fazla seyirci kalamayız açıklaması ile ABD (ve onun sahibi İngiltere'nin) tehditlerine boyun eğdiğini mi anlamalıyız? Afyonkarahisar sabotjı sonrasında Orman Bakanı tarafından yapılan açıklamada hadisenin bir sabotajla ilgisi olmadığı, bir yabancı parmağı olmadığının söylenmesi, tam da bu hadisede kesinlikle bir yabancı parmağının olduğuna mı işaret ediyor?
Eğer tehditlere ve sabotajlara, şehirlerimize yapılan saldırılara boyun eğilmemesini istiyorsak ve başımızdakiler de buna uygun davranacaklarsa bu türlü büyük sabotajlara, suikastlara, adam kaçırmalara, işgal kalkışmalarına karşı her an tetikte olmamız gerekecek.
İkinci soru: Tehditler kabul edilip Suriye'ye girilecekse bu takdirde asıl hedef'in Suriye değil Türkiye'nin bölünmesi olduğu hatırlanırsa, bu hükümet bölünmeye kesin onay vermiş mi olacak? Bu takdirde bir savaş ve ardından da muhtemel bir iç savaş'a hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu iç savaşın da ilk ateşinin Türkiye'nin bağrına kama gibi sokulan sığınmacı kamplarından geleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Üçüncü soru: Bu açıklamalarla bir zaman kazanmaya mı çalışılıyor? Önümüzdeki bir iki ayı bu şekildeki zorlu saldırılara büyük bedellerle karşı koyabilirsek sonrasını düzeltebiliriz diye mi düşünülüyor? Bu takdirde de AKP'nin dayanacağı yegâne güç olan Türk Milleti'nin -dünkü yazımda da bahsettiğim gibi- bilgilendirilmesi ve güçlendirilmesi gerekecek. Bu davranışın sonunda bazı büyük siyasetçilere suikastlar da yapılabileceğini değerlendirmek gerekir. Ne yazık ki AKP, uyguladığı açılım siyaseti, AB siyaseti ve Dış siyaseti ile Türkiye'yi her türlü saldırıya açık hale getirmiştir.
Tayyip Erdoğan'a zaman zaman verilen siyasi desteklerin karşılık bulup bulmayacağı ise Başbakan'ın yeni siyasetinin açıklığa kavuşması ve Türk Milleti'ne karşı daha net ve şeffaf olmasından sonra belli olacaktır.
Bu saldırılar, sabotajlar daha savaşın (Türkiye-ABD) başında olduğumuzu gösteriyor.
Gelecek günlerin çok daha zorlu geçeceğini tahmin etmek zor değil.
Sözüm size bize, hepimize...
[1] https://www.facebook.com/photo.php?fbid=360771870667738&set=a.129104667167794.29548.129062533838674&type=1&ref=nf
[2] http://www.guncelmeydan.com/pano/abdullah-gul-zehirlendigini-niye-gizliyor-hasan-demir-t32476.html
[3] https://www.facebook.com/photo.php?fbid=469120279775647&set=a.119897401364605.13381.118357081518637&type=1&ref=nf
6 Eylül 2012 Perşembe
Pakistan'da Neler Oluyor?
06 Eylül 2012
Orman bakanı Afyonkarahisar'daki sabotajı Pakistan'da da oluyor şeklinde sıradan bir hadise gibi açıkladı. Peki, Pakistan'da neler oldu? Kısaca bakalım.
Pakistan bugün tamamen ABD'nin egemenliğine girmiş durumda.
Bu yüzyılın başında İngilizlerin işgaliyle ve yönlendirmesiyle kurulan üç ülkeden biri olan (diğerleri Bengaldeş, Afganistan) Pakistan, hızlı bir gelişme sürecinden geçirildikten (sömürüyü kolaylaştırıcı yatırımlar yapıldıktan) sonra, önce İngilizlerin yetiştirdiği cemaatler ve onların liderleri (hocalar) iktidara getirildi. Sun'i bir refah ortamı yaratıldı. Bu arada Afganistan'daki Taliban (ki İngiliz ve Amerikan kuruluşudur) zulmünden kaçanlar Pakistan'daki mülteci kamplarına yerleştirildi ve tabi beraberinde kiralık katiller, sabotajcılar, ajanlar da bu vesileyle görünmez olarak Pakistan içlerine sızdılar. 11 Eylül saldırısı ve ABD'nin Afganistan'ı doğrudan işgaliyle ülkeyi terk etmek zorunda kalan diğer eylemci radikaller de Pakistan'a iyice çöreklendiler. O güne kadar nükleer silaha sahip olan, savaş uçaklarına, taarruz ve savunma helikopterlerine ve bir de demokrasiye sahip olduklarını zanneden Pakistanlılar için denizin bittiği, karanın göründüğü ortaya çıktı. Çünkü çarşılarda canlı bombalar, eli silahlı teröristler, suikastçılar ve sabotajcılar ülkeyi kaosa sürüklediler. Yönetimi beceriksizlikle suçlayan ve Pakistan'ın Pakistanlılara bırakılmayacak kadar kendileri için önemli olduğunu ilan eden ABD ve İngiltere kıymeti kendinden menkul İngiliz yetiştirmesi mollalar ve talipler eliyle Pakistan'ı ve Pakistan halkını idare ediyor. Türkiye’deki gibi mülteci kampları Pakistan’daki sonun başlangıcı olmuştur vesselam.
Orman bakanı Afyonkarahisar'daki sabotajı Pakistan'da da oluyor şeklinde sıradan bir hadise gibi açıkladı. Peki, Pakistan'da neler oldu? Kısaca bakalım.
Pakistan bugün tamamen ABD'nin egemenliğine girmiş durumda.
Bu yüzyılın başında İngilizlerin işgaliyle ve yönlendirmesiyle kurulan üç ülkeden biri olan (diğerleri Bengaldeş, Afganistan) Pakistan, hızlı bir gelişme sürecinden geçirildikten (sömürüyü kolaylaştırıcı yatırımlar yapıldıktan) sonra, önce İngilizlerin yetiştirdiği cemaatler ve onların liderleri (hocalar) iktidara getirildi. Sun'i bir refah ortamı yaratıldı. Bu arada Afganistan'daki Taliban (ki İngiliz ve Amerikan kuruluşudur) zulmünden kaçanlar Pakistan'daki mülteci kamplarına yerleştirildi ve tabi beraberinde kiralık katiller, sabotajcılar, ajanlar da bu vesileyle görünmez olarak Pakistan içlerine sızdılar. 11 Eylül saldırısı ve ABD'nin Afganistan'ı doğrudan işgaliyle ülkeyi terk etmek zorunda kalan diğer eylemci radikaller de Pakistan'a iyice çöreklendiler. O güne kadar nükleer silaha sahip olan, savaş uçaklarına, taarruz ve savunma helikopterlerine ve bir de demokrasiye sahip olduklarını zanneden Pakistanlılar için denizin bittiği, karanın göründüğü ortaya çıktı. Çünkü çarşılarda canlı bombalar, eli silahlı teröristler, suikastçılar ve sabotajcılar ülkeyi kaosa sürüklediler. Yönetimi beceriksizlikle suçlayan ve Pakistan'ın Pakistanlılara bırakılmayacak kadar kendileri için önemli olduğunu ilan eden ABD ve İngiltere kıymeti kendinden menkul İngiliz yetiştirmesi mollalar ve talipler eliyle Pakistan'ı ve Pakistan halkını idare ediyor. Türkiye’deki gibi mülteci kampları Pakistan’daki sonun başlangıcı olmuştur vesselam.
5 Eylül 2012 Çarşamba
İletişim Araçları Gaflet ve İhanetten Kurtarılmalıdır
05 Eylül 2012
Türkiye ve Ortadoğu çok önemli bir dönemecin eşiğinde. Büyük şeytanlar iş başında. Büyük planlar devreye sokuluyor. Kuklaları göreve gönderiliyor. Onları mühim bir iş yaptı zanneden bir kitle oluşturuluyor. Düğmeye basılmış durumda. Ve aka arkaya şehit haberleri alıyoruz. Şehirlerimiz, devlet dairelerimiz baskına uğruyor. Türkiye çok büyük bir saldırı ile karşı karşıya. Bunu açık seçik görebiliyoruz. Aptal değiliz. Bu saldırının adı "Savaş"tır. Yurdumuza, milletimize karşı ilan edilmemiş bir savaş yürütülüyor. Saldırıların arkasında hangi ülkelerin bulunduğunu, dolayısıyla bu savaşı hangi ülkelerin, hangi maşaları kullanarak yürüttüğünü sağır sultan bile duydu, biliyor. Ama ne yazık ki devletimiz tarafından Türk Milleti nasıl bir savaş ile karşı karşıya olduğuna dair yeterince bilgilendirilmemektedir. Basınımız bu konuda üzerine düşeni yapmıyor.
Devletlerin vatandaşını bilgilendirmesi için en etkili yol ülkenin basınından geçer. Basınımız ise gaflet değilse ihanet içindedir. Otuz küsur senedir Türkiye'nin teröre karşı verdiği mücadele, basın tarafından desteklenmemiş, tam aksine, devletin aleyhine terör ve yandaşlarının görüşleri, sistemli olarak kamuoyuna aktarılmıştır. Kamuoyu bilgilendirilmesi gereken meselelerde bilgiye aç, susuz bırakılmış, gelişmeleri sanki bir yabancı gibi görmesi, ilgilenmemesi, uyuması, alışması, vurdumduymaz hale gelmesi, karamsarlığa düşmesi, sistemli yayanların kucağında sersemlemesi, bunun yanında da ülkenin en önemli meseleleri dururken lüzumsuz meselelerle ilgilenmesi sağlanmıştır. Bunun en somut örneğini ise televizyonlarda günler, geceler boyu yayınlanan futbol programları oluşturuyor: Bilmem hangi futbolcunun atamadığı golü hangi sebeplerle atamadığı, en ince ayrıntılarına varana dek haftalarca konuşuluyor ama Türkiye'de, açık konuşalım Türklerin asli ve ayrılmaz bir parçası olan Kürtlerin nasıl devlete düşman hale geldiği konuşulmuyor. Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan ve her köyde ayrı konuşulan dillerin nasıl olup da farklı bir dil haline getirildiği konuşulmuyor. İçinde kendine ait bir kelime bulunmayan bir dil, nasıl olur da bir millet dili haline getirilir, bunu kimse konuşmuyor. Terör örgütü tarafından Avrupa'ya yaptırılan göçler neticesinde Türk çocuklarının Türkiye'de oluşturulacak yeni bir millet için nasıl beyinlerinin yıkandığını, kendilerini farklı görmelerinin sağlandığını ve eğitildiğini, daha sonra da Türkiye'deki belediyelere ve kamu kurumlarına yerleştirildiklerini, İngilizlerin, Almanların, Fransızların, Hollandalıların.. istihbarat örgütlerinin ne gibi çalışmalar yaptığını konuşmuyorlar. Otuz yıldır da konuşmadılar. Üç beş kıymeti kendinden menkul sözde yorumcu ile kamuoyunu nasıl uyuttuklarını hepimiz gördük.
Türkiye Cumhuriyeti bu savaştan galip ayrılmak istiyorsa kapalı kapılar ardında yürüttüğü görüşmelere değil, milletini olup bitenler ve çözüm yolları konusunda aydınlatmaya önem vermelidir. Çünkü bu savaş, ancak insanını çok iyi eğiten, bilgilendiren, her bakımdan güçlendiren büyük ülkelerin kazanabileceği bir savaştır. Bu savaşta hamasi sözlerin yeri yoktur. Sıradan sivil toplum kuruluşlarının cılız seslerinin vatandaşı bilgilendirmeye gücü yetmez. Devlet, bilgilendirmem diye ısrar ederse o devletin varlığı tartışma götürür, geleceği de karanlıktır.
Bugüne kadar Türkiye Basını, kanayabilecek ne kadar yara varsa hepsini kanatmıştır. Bu yaralardan oluk oluk kan fışkırmaktadır. Bundan böyle Basın kendisini toparlayıp bu yaraları nasıl saracağını düşünmelidir. Düşünmez ise ne olur: Bu devlet yıkılır. Bu devletin yıkıntıları arasında kendisi de boğulur gider. Bu çatışmalar, adam kaçırmalar, bombalamalar, mayınlamalar, yoğun şekilde sürdürülen göçler, Türkiye'nin Irak gibi, Afganistan gibi, Suriye gibi olması ile sonuçlanacak bir kaos ortamını doğurur. Suçlu ile suçsuz, yerli ile yabancı birbirine karışır. Nice günahsız insanların canı yanar. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes şunu iyi bilmelidir ki, bu toprakların parçalanması, kimsenin yararına olmaz. Sadece ve sadece İngilizlerin parmağına doladığı emperyalist ekibin, kan içicilerin, hortumcuların işine yarar.
Dün Şemdinli'de, bugün Beytüşşebap'ta, yarın bilmem nerede Türkiye devletine karşı yapılan savaş, Kürt kardeşlerimizin savaşı değil, asırlık "Dwide and rule" (Parçala ve yönet) ilkesi sahibi İngilizlerin savaşıdır. Kürtçe diye bir dil oluşturan, sizin büyük bir medeniyetiniz vardı diyen, siz farklısınız diyen ve farklı bir millet algısı için bütün basın yayın imkânlarını kullanan İngiliz'dir. Ermenilerce idare edilen PKK'yı kurduran da, yöneten de Londra'dır. Ne yazık ki aynı Londra Türkiye'yi yönetenleri de aba altından sopa göstererek, ödüllere boğarak idare etmektedir. Bu durumda Türkiye'yi yönetenlerin sığınacağı en makul kitle yine Türk Milleti'dir. Bu yüzden de yöneticilerimizin Türk Milleti'ni hafife almaları doğru değildir. Basını ve diğer organları etkili bir şekilde kullanarak Türk Milleti'nin sür'atle, her bakımdan, güçlendirilmesi gerekir. Başbakan'ın danışmanları akıllarını başlarına alsınlar. Olayların sebep ve sonuçlarının gizlenmesi değil, açıklanması gerekiyor.[1] Çünkü açık yara kangren olmaz!
Türk Milleti'ne ihanet edenlerin sonu çok acı olmuştur. Bunu ihanet içinde olanlar zaten bilmektedir. Sonuçlarına da katlanacaklardır. İhanet içinde olduğunu bilmeyenlere sesleniyorum: Herkes kendine çeki düzen versin. Bu millet, Allah'ın sevdiği bir millet olmasaydı, bunca gaflete, ihanete rağmen bu kadar süre ayakta kalabilir miydi? Allah'ın adını dünyaya yayma şerefi çok şükür hâlâ Türklerdedir. Kendini farklı gören kardeşlerime sesleniyorum: Önce beynini yıkayanların ve talimat aldıklarının kimler olduğunu gör! Geri dönülmez bir noktada değilsin. "Her bakımdan" Türk olduğunu şerefsiz Basın göstermese de, yöneticilerimiz buna göz yumsa da sen Türk Milleti'nin ayrılmaz bir parçasısın.
Sözüm size, bize, hepimize...
[1]http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21376364.asp?utm_source=twitterfeed&utm_medium=facebook
Türkiye ve Ortadoğu çok önemli bir dönemecin eşiğinde. Büyük şeytanlar iş başında. Büyük planlar devreye sokuluyor. Kuklaları göreve gönderiliyor. Onları mühim bir iş yaptı zanneden bir kitle oluşturuluyor. Düğmeye basılmış durumda. Ve aka arkaya şehit haberleri alıyoruz. Şehirlerimiz, devlet dairelerimiz baskına uğruyor. Türkiye çok büyük bir saldırı ile karşı karşıya. Bunu açık seçik görebiliyoruz. Aptal değiliz. Bu saldırının adı "Savaş"tır. Yurdumuza, milletimize karşı ilan edilmemiş bir savaş yürütülüyor. Saldırıların arkasında hangi ülkelerin bulunduğunu, dolayısıyla bu savaşı hangi ülkelerin, hangi maşaları kullanarak yürüttüğünü sağır sultan bile duydu, biliyor. Ama ne yazık ki devletimiz tarafından Türk Milleti nasıl bir savaş ile karşı karşıya olduğuna dair yeterince bilgilendirilmemektedir. Basınımız bu konuda üzerine düşeni yapmıyor.
Devletlerin vatandaşını bilgilendirmesi için en etkili yol ülkenin basınından geçer. Basınımız ise gaflet değilse ihanet içindedir. Otuz küsur senedir Türkiye'nin teröre karşı verdiği mücadele, basın tarafından desteklenmemiş, tam aksine, devletin aleyhine terör ve yandaşlarının görüşleri, sistemli olarak kamuoyuna aktarılmıştır. Kamuoyu bilgilendirilmesi gereken meselelerde bilgiye aç, susuz bırakılmış, gelişmeleri sanki bir yabancı gibi görmesi, ilgilenmemesi, uyuması, alışması, vurdumduymaz hale gelmesi, karamsarlığa düşmesi, sistemli yayanların kucağında sersemlemesi, bunun yanında da ülkenin en önemli meseleleri dururken lüzumsuz meselelerle ilgilenmesi sağlanmıştır. Bunun en somut örneğini ise televizyonlarda günler, geceler boyu yayınlanan futbol programları oluşturuyor: Bilmem hangi futbolcunun atamadığı golü hangi sebeplerle atamadığı, en ince ayrıntılarına varana dek haftalarca konuşuluyor ama Türkiye'de, açık konuşalım Türklerin asli ve ayrılmaz bir parçası olan Kürtlerin nasıl devlete düşman hale geldiği konuşulmuyor. Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan ve her köyde ayrı konuşulan dillerin nasıl olup da farklı bir dil haline getirildiği konuşulmuyor. İçinde kendine ait bir kelime bulunmayan bir dil, nasıl olur da bir millet dili haline getirilir, bunu kimse konuşmuyor. Terör örgütü tarafından Avrupa'ya yaptırılan göçler neticesinde Türk çocuklarının Türkiye'de oluşturulacak yeni bir millet için nasıl beyinlerinin yıkandığını, kendilerini farklı görmelerinin sağlandığını ve eğitildiğini, daha sonra da Türkiye'deki belediyelere ve kamu kurumlarına yerleştirildiklerini, İngilizlerin, Almanların, Fransızların, Hollandalıların.. istihbarat örgütlerinin ne gibi çalışmalar yaptığını konuşmuyorlar. Otuz yıldır da konuşmadılar. Üç beş kıymeti kendinden menkul sözde yorumcu ile kamuoyunu nasıl uyuttuklarını hepimiz gördük.
Türkiye Cumhuriyeti bu savaştan galip ayrılmak istiyorsa kapalı kapılar ardında yürüttüğü görüşmelere değil, milletini olup bitenler ve çözüm yolları konusunda aydınlatmaya önem vermelidir. Çünkü bu savaş, ancak insanını çok iyi eğiten, bilgilendiren, her bakımdan güçlendiren büyük ülkelerin kazanabileceği bir savaştır. Bu savaşta hamasi sözlerin yeri yoktur. Sıradan sivil toplum kuruluşlarının cılız seslerinin vatandaşı bilgilendirmeye gücü yetmez. Devlet, bilgilendirmem diye ısrar ederse o devletin varlığı tartışma götürür, geleceği de karanlıktır.
Bugüne kadar Türkiye Basını, kanayabilecek ne kadar yara varsa hepsini kanatmıştır. Bu yaralardan oluk oluk kan fışkırmaktadır. Bundan böyle Basın kendisini toparlayıp bu yaraları nasıl saracağını düşünmelidir. Düşünmez ise ne olur: Bu devlet yıkılır. Bu devletin yıkıntıları arasında kendisi de boğulur gider. Bu çatışmalar, adam kaçırmalar, bombalamalar, mayınlamalar, yoğun şekilde sürdürülen göçler, Türkiye'nin Irak gibi, Afganistan gibi, Suriye gibi olması ile sonuçlanacak bir kaos ortamını doğurur. Suçlu ile suçsuz, yerli ile yabancı birbirine karışır. Nice günahsız insanların canı yanar. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes şunu iyi bilmelidir ki, bu toprakların parçalanması, kimsenin yararına olmaz. Sadece ve sadece İngilizlerin parmağına doladığı emperyalist ekibin, kan içicilerin, hortumcuların işine yarar.
Dün Şemdinli'de, bugün Beytüşşebap'ta, yarın bilmem nerede Türkiye devletine karşı yapılan savaş, Kürt kardeşlerimizin savaşı değil, asırlık "Dwide and rule" (Parçala ve yönet) ilkesi sahibi İngilizlerin savaşıdır. Kürtçe diye bir dil oluşturan, sizin büyük bir medeniyetiniz vardı diyen, siz farklısınız diyen ve farklı bir millet algısı için bütün basın yayın imkânlarını kullanan İngiliz'dir. Ermenilerce idare edilen PKK'yı kurduran da, yöneten de Londra'dır. Ne yazık ki aynı Londra Türkiye'yi yönetenleri de aba altından sopa göstererek, ödüllere boğarak idare etmektedir. Bu durumda Türkiye'yi yönetenlerin sığınacağı en makul kitle yine Türk Milleti'dir. Bu yüzden de yöneticilerimizin Türk Milleti'ni hafife almaları doğru değildir. Basını ve diğer organları etkili bir şekilde kullanarak Türk Milleti'nin sür'atle, her bakımdan, güçlendirilmesi gerekir. Başbakan'ın danışmanları akıllarını başlarına alsınlar. Olayların sebep ve sonuçlarının gizlenmesi değil, açıklanması gerekiyor.[1] Çünkü açık yara kangren olmaz!
Türk Milleti'ne ihanet edenlerin sonu çok acı olmuştur. Bunu ihanet içinde olanlar zaten bilmektedir. Sonuçlarına da katlanacaklardır. İhanet içinde olduğunu bilmeyenlere sesleniyorum: Herkes kendine çeki düzen versin. Bu millet, Allah'ın sevdiği bir millet olmasaydı, bunca gaflete, ihanete rağmen bu kadar süre ayakta kalabilir miydi? Allah'ın adını dünyaya yayma şerefi çok şükür hâlâ Türklerdedir. Kendini farklı gören kardeşlerime sesleniyorum: Önce beynini yıkayanların ve talimat aldıklarının kimler olduğunu gör! Geri dönülmez bir noktada değilsin. "Her bakımdan" Türk olduğunu şerefsiz Basın göstermese de, yöneticilerimiz buna göz yumsa da sen Türk Milleti'nin ayrılmaz bir parçasısın.
Sözüm size, bize, hepimize...
[1]http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21376364.asp?utm_source=twitterfeed&utm_medium=facebook
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)