31 Ocak 2012
Hatırlayamadığımız, anlatamadığımız bir rüya mı, yoksa acı bir gerçek mi?
Endülüs aşk demek, Endülüs medeniyet. Kaynağını, gücünü aşktan alan, insanlığın ulaştığı müstesna bir medeniyetin zirvesi. İber yarımadasında, bugünkü İspanya ve Portekiz’i içine alan bölge’de Müslümanların kurduğu yüksek bir medeniyetin adı. Endülüs gerçek bir zirve...
İfratla tefrit arasındaki insanoğlu İslâm’la müşerref olduktan sonra aydınlandı. Bu aydınlık, dalga dalga dünyaya yayıldı. Endülüs, ilimde, sanatta, edebiyatta, felsefede olağan üstü bir yerde. Bugün bile ışığını görebilecek, seviyesini anlayabilecek durumda değiliz. Her ırk, dil, din ve cinsteki insanın ulaştığı sınırsız hürriyetin beşiği. Herkes birbirine saygılı. Tabir caizse kurtla kuzu yan yana. Konuşuyor, tartışıyor, üretiyor, yazıyor, çiziyor; eser meydana getiriyor. Hoşgörünün ve daha birçok şeyin zirvesi...
Peki o zirve bize neden uzak? Neyi unuttuk yahut hatırlamak istemiyoruz? Gemileri yaktıran o müthiş kumandanı, Tarık Bin Ziyad’ın hatırası hâlâ hafızalarımızda tazeliğini korurken?
Nedendir Endülüs’ün ülkemizde pek bilinmemesi? Önümüze çekilen perdeler mi, yoksa hatırlamak istemediğimiz faciaları unutmak için biz mi sırtımızı döndük ona? Hâlbuki yönümüz hep batıya idi...
Endülüs sayesinde ilim, sanat, felsefe ve sanatla tanışmıştı Avrupa...
Ama her şeyin bir zevali ve sınırı var. Hoşgörünün de. Güçlü iken takip etmeniz gereken siyaset hoşgörü değil! Ancak zayıflar hoşgörüden istifade eder. Endülüs, gücünün zirvesinde ve bunları aklına bile getirmiyor. Gün gelip devran dönünce bu hoşgörünün cezasını çekecek. Tıpkı Bosna gibi. Milyonlarca Müslüman öldürülecek, yok edilecek, binlercesinin ırzına geçilecek, milyonlarca sı zorla Hıristiyan yapılacak. Binlerce Müslüman ve Yahudi Büyük Osmanlı’ya sığınarak canını kurtarabilecek.
Endülüs zulmün son kertesi. Endülüs Engizisyon. Endülüs vahşet. Endülüs, hani şu sakız gibi çiğnenen o kelimenin, soykırımın daniskası. Dünya dünya olalı böyle bir vahşet yaşamadı. İnşallah yaşamayacak da...
Endülüste İslâm var, Endülüsler, Osmanlı var. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler var.
Endülüs’te aşk var.
Endülüs estetik...
Endülüs felsefe...
Endülüs tasavvuf...
Endülüs sanat demek, edebiyat demek, şiir demek. Ve özellikle mimari; şehirler, saraylar, bahçeler, camiler demek. O bahçeler ki on asır öncesinde, elektrik daha icat edilmemişken gündüz gibi aydınlatılan bahçelerdi...
Endülüs, yüksek bir medeniyete hasretin adı.
Endülüs hazin bir hikâye. Acı hatıralarından dolayı unutmak istediğimiz bir roman külliyatı...
Endülüs, Müslümanların kendisine yapılanları unutma saflığının en açık belgesi.
Endülüs’te hazin hikâyeler var. Yazılmamış destanlar var.
Osmanlı gibi İslâm medeniyetinin zirvelerinden biri olan Endülüs’ü, Türk İslâm medeniyetini bir daha yıkılmayacak şekilde inşa etmek ve gelecek nesillere bırakmak için yakından tanımamız, düşünmemiz, hayal etmemiz lazım. Endülüs’ün, Güney Türkistan’ın (Afganistan), Irak’ın akıbetine uğramamak için Endülüs ibret dolu sayfalar sunuyor bize.
31 Ocak 2012 Salı
13 Ocak 2012 Cuma
Milli Eğitim Bakanı’na Açık Mektup
13 Ocak 2012
Küçük bir ilde yaşayan bir yakınım, oğlunun öğretmenlerinin kendisine geldiğini ve oğlunun bir eğitim projesi için seçildiğini söylediklerini, Milli Eğitim’in “Young Guru Academy” adlı bu proje için bir sınıf tahsis ettiğini, projenin resmi değil yarı özel bir proje olduğunu, ancak tereddütleri bulunduğunu söyleyerek bu konudan bilgim olup olmadığını sordu. Ben de merak ettim ve YGA nedir diye araştırdım. Öncelikle Türkiye’de Türk Çocuklarına yönelik bir projenin adının neden İngilizce olduğunu düşündüm; yerden mantar biter gibi ülkemize dadanan bu gibi sivil toplum kuruluşlarının veb sitelerinde kullanılan dil bir tuhaftı. “Sıra Dışı Bir Liderlik Okulu” kılıfına Türkçe davet, İngilizce (Tercümesiz) mesajlar vardı.[1] Sitelerini inceledikçe yakın tarihimize kısa bir yolculuk yaptım.
YGA yabancı bir kuruluşun Türkiye’deki uzantısı. YGA-Hayal Ortakları Derneği, Türkiye’nin dönüştürülmesinin hızlandırıldığı yılda, 2007 yılında kurulmuş bir dernek. Milli Eğitim Bakanlığı ile de bir ortaklık sözleşmeleri var. Ama en ilginci Frito LayTürkiye adlı bir kuruluşun devamı olması. Frito Lay’ın GAP idaresiyle ortak projeleri var. 2003 yılında çeşitli merkezlerdeki (Kocaeli Suadiye, Batman, Mardin Ömerli, Nusaybin, Adıyaman Merkez veGölbaşı, Diyarbakır Silvan...) kurulan Cheetos Gelişim Merkezleri ve bu merkezlerde kurdukları kütüphaneler vasıtasıyla 2008’de 8 bin çocuğa ulaştıkları görülüyor. YGA’nın ilk büyük projesi “Oku, Düşün, Paylaş Türkiye” projesi. Bu çalışmaları için o tarihlerde 10 milyon dolar gibi bir para harcamışlar ki büyük bir rakam bu. Böyle masum ve Türkçe bir sloganla yola çıkan Young Guru Academy, bugün hızlı mesafe kat etmiş olmalı ki Hayal Ortaklığı’nı, Frito Lay’ı, Cheetos’u (?) vs. çoktan aşmış ve artık gerçek kimliği ile çalışıyor. Hayal Ortaklığı Derneği’nin adı kalmış. Arkasında ise tahmin ettiğiniz gibi Soros işbirlikçisi Holdingler var. Bu gibi yabancı emperyalist kuruluşlara, kanatılan bölgeler başta olmak üzere çalışma yapmasına kim niye izin verir, onlarla ortaklık sözleşmeleri imzalar anlaşılması mümkün değil. Anlamı, YGA’nın bir töreninde konuşan GAP Başkan yardımcısı Mustafa Kölmek’in şu sözlerinde gizli: “GAP sadece bir elektrik ve sulama projesi değil toplumsal dönüşüm projesidir” [2] Evet, sadece GAP’ın değil bütün Türkiye’nin Emperyalizmin daha rahat at koşturabilmesi için dönüştürülmesine çalışan yabancı kökenli, milyarlarca dolar destekli sivil toplum kuruluşlarından biri de YGA’dır.
YGA ve benzeri çalışmalar Türkiye'de 1980 sonrasında boş bırakılan bir alanda at oynatan “kökü dışarıda kurumlar” olarak tanımlanabilir. 12 Eylül öncesinde gençler ister sağcı olsun, ister solcu olsun okur, düşünür, tartışır, birbiriyle bu ülke için kavga ederlerdi. İşin kavga boyutundan çıkarılıp adam öldürme gibi uç noktalara getirilmesinde de “kökü dışarıda kurumlar” bulunmaktadır. “Bizim çocuklar iyi iş çıkardılar” sözü Türkiye'de ihtilal yapan askerler için ABD'liler tarafından kullanılmış bir sözdür. Dolayısıyla 12 Eylül sadece bir askeri darbe olmayıp Türk düşünce hayatını, düşünmeyi, okumayı, yazmayı derinden yaralayan bir hareketti. Sonrasında gençlik ne yapacağını bilemez bir boş vermişlik içinde buldu kendini. İçlerinden kendisini iyi yetiştirenler çıkamadı. Çünkü Türkiye'de okuyan, yazan, düşünen bir nesil istenmiyordu. Biz böyle 1990’lara geldik. O dönemde Dünyada George Soros adında bir Gürcü Yahudisi ortaya çıktı ve dünyanın her yerinde sivil toplum kuruluşları kurdurdu, yabancılara yakın mevcut kuruluşları maddi olarak destekledi. Sivil toplum kuruluşları lafı o yıllarda ortaya çıkmaya başladı. Daha sonraki süreçte bu sivil toplum kuruluşlarını yönetime ortak edilecek şekilde kanunlar düzenlenecekti. Nitekim son Anayasa değişikliğinde de yerel yönetimlerin, daha doğrusu STK’ları eliyle yönlendirilen yerel yönetimlerin güçlendirilmesi söz konusudur.
Önce yerden mantar biter gibi STK’ları kuruldu. Soros destekli bu STK'lar ilk iş olarak kişisel gelişim gibi masum konulara el attılar. Ezilen kadınlara, sokak çocuklarına, feminizme, çağdaş hayata dair kurdurdukları sivil toplum kuruluşlarına projeler yaptırıp bu projelere para verdiler. Böylece açık maddi ilişkilerini gizlediler. Aynı Soros vakıfları Türkiye'deki malum üniversite hocalarına kamuoyuna açıklanmayan raporlar yazdırıp onlara para aktardı. Sadece üniversite hocalarına değil, gazetecilere dış geziler, eğitim programları, projeleri yaptırdılar. Destekliyoruz, onları eğitiyoruz diye örtülü bir şekilde basını yönlendirmeye başladılar. Soros efendinin uşakları sırasıyla bütün devletin üst düzey bürokratlarını yurt dışında eğitti. Kaymakamlar, valiler, yargıçlar... Sıra öğrencilere gelmişti. Hiç zor olmadı. Zaten yıllardır Fulbright vb adlarla burslar veriyor, içimizden seçtikleri zeki çocukları dünyayı yöneten şirketlerin emrinde görev yapacak kafada ve şekilde “eğitmek” için yurt dışına götürüyorlardı. Bu da yeterli görülmedi. AB ve ABD projeleri olarak üniversitelerden başlayan yurt dışında eğitim özentisini daha aşağı kademelere doğru indirdiler. Da Vinci projesi, Erasmus projesi, yok bilmem ne projesi diyerek önce üniversitede okuyan çocuklarımızı, öğrenci değişim projesi adı altında yurt dışında emellerine uygun bir şekilde eğitmeye çalıştılar. Bu projeler dolayısıyla yurt dışına giden çocuklarımızın çok az bir kısmı çok zekiydi, ayıktılar. Daha bilinçli olarak geri döndüler. Bir kısmı çok saftı. Modern hayatın kötü cazibesine kapılıp Batı tarzı yaşama adım attılar. İçlerinde tecavüze uğrayanlar oldu. Ne de olsa bir taraflarında Türklük vardı ve bundan uzaklaştırılmaları gerekiyordu. Küresel şirketlerin en çok korktuğu da milliyetçilik ve özellikle Türklüktü.
Tıpkı Vatikan'ın 1960'lara kadar Dünyada uyguladığı Misyonerlik faaliyetleri sonuç vermeyince Vatikan'ın en önemli konsüllerinden biri olan Misyonerlik Konsülünü bir kenara bırakıp Diyalog konsülünü kurması ve gittiği ülkelerde yerel dinin yanında Hıristiyanlığı diyalog, hoşgörü, medeniyet ittifakı vb benzeri yaldızlarla satmaya çalışmak için Diyalog konsülünü kurmaları gibi bir durum ortadadır. Da vinci vs. projelerinde istedikleri kadar etkili olamayınca yerine Türkiye'deki kendi kurdurdukları sivil toplum kuruluşlarında yetiştirdikleri, aslında kuş beyinli ve satılmış ama önemli yönetici vb. görünümündeki kişilerle, bu sefer ilkokul çağına kadar tespit edebildikleri zeki çocukları “yöneticilerin yöneticisi yetiştiriyoruz”, “sıra dışı liderler yetiştiriyoruz” diyerek ağlarına düşürmeye niyetlendiler ve Young Guru Academy gibi tamamen Masonik söylemlerle yürüyen kurumlar kurdular. Bu STK'ların görevi Türkiye gibi önemli devletlerin içinden en zekileri alıp, kendi istedikleri gibi yetiştirip kendi menfaatleri için uygun gördükleri yerlerde çalıştırmaktır. Birinci ikinci derecedekileri kendi ülkelerinde çalıştırırlar, geriye kalan üçüncü, dördüncü, beşinci sınıf adamları da kendi ülkesine yönetici diye gönderirler. Sonra gerektiğinde onları çağırır, büyük törenlerle nişanlar takarlar.
Soros'un bu çalışması sadece zeki kişiler için düşünülmemelidir. Bir toplum projesidir. En zeki kişilerin içindeki yükselme, büyük hayaller kurup o hayallerine ulaşma, önemli işler yapma, büyük buluşlar gerçekleştirme, insanlığa hizmet etme gibi duyguları istismar etmekle kalmadılar. Genç diplomatlar yetiştiriyoruz diye, mesela Kıbrıs’ta diplomat adayı gençlerimizi zehirlediler. Bütün televizyonları satın alarak “Büyük Gözaltı” programları yaptırdılar. Biri Bizi Gözetliyor, Gelin Kaynana, Yemek, Kim İyi Dans Eder, Kim İyi Şarkı Söyler, Kim 500 Milyon İster, Var Mısın Yok Musun vb. gibi formatı kendilerine ait programlarla toplumu uyuşturup afyonladılar. Geleneği, kültürü tamamen yok sayan bir zihniyete bunları yaptırarak Türk Ailesini yok etmeye çalıştılar. Her ülkede birtakım üst kurullar kurdurup bu üst kurullara ilgilendikleri alanlardaki milli olan ne varsa yok etme görevini yaptırdılar. Bir örnek verecek olursak RTÜK diye bir kurumumuz var ve bu kurum, Türkiye'de Türk Ailesinin bitirilmesine, Türk Kültürünün yok edilmesine, Türk çocuklarının bir maymun gibi yetiştirilmesine, şiddet ve müstehcenlikle eğitilmesine göz yummuyor mu? Her türlü ahlaksızlığın gösterildiği dizilere göz yummaya devam etmiyor mu?
Özetlemek gerekirse önce savaşlar vardı. Türk’ü yenemediler. Sonra içten yıkmaya, bölüp parçalamaya karar verdiler. Farmasonluk veya Masonluk ilk adımları oldu. Misyoner okullarıyla yol aldılar. Ajanlarıyla yaptıramadıkları işleri bu okullarda yetiştirdiklerinin eliyle yaptırdılar. Basına, sinema, radyo, televizyona, yayın evlerine yatırım yaptılar. Rotaryenlik, Lionsluk gibi çalışmalarla YGA gibi kurumların altyapısını hazırladılar. Sonra baktılar gördüler ki bu da yetmiyor; Marksizm gibi kökü dışarıda fikir akımlarının Türkiye'de gelişmesini sağladılar. Bu yolla da bir yere varamadılar. Çünkü kökü dışarıda olan her şeye karşı durabilecek bir bünyeye sahipti Türk Milleti ve milliyetçileri, ülkücüleri vardı. Yöntem değiştirip yaptırdıkları bir ihtilallle lay lay lom bir gençlik yetiştirilmesini sağladılar. Şimdi bu gençliğin içinden en zekilerini alıp yüzyıllardır Türk Milletiyle sürdürdükleri savaşı kazanmak istiyorlar. Kazanmaları için en alttan başlamaları gerekiyordu. En yukarıdan başladıkları İngilizce eğitimi (İngilizce öğrenmeyi değil!)anaokullarına kadar indirdiler. İngilizce bilmeyenleri üniversite hocası yapmadılar. 2014'den sonra YÖK'de yapılan bir düzenlemeye göre sadece İngilizce bilenler Üniversite hocası olabilecek, diğer dilleri bilmek yeterli olmayacak.
Şimdi annesi babası internet, televizyon başından ayrılmayan, sabah kahvaltısı yapmayan, adet ve gelenekleri bilmeyen, test usulü eğitimle okuma yazması köreltilmiş, düşünemeyen, hazır yiyecekle, hamburgerle beslenen, GDO'lu yiyeceklerle vücudu şişmeye başlamış, facebook'ta anne babasından gizli dolaşmaktan keyif alan, bilgisayar oyunlarıyla beyni keçeleşmiş, her gün biraz daha fazla facebookta vakit geçiren bir gençliğimiz var. Anne babalar iyi yetişsin, Müslüman yetişsin diye Fethullah’ın okullarına, dershanelerine çocuklarını gönderiyor; onlar da İngilizce, İngiliz, Amerika hayranı, sömürgeciliğe teşne, köle kafalı çocuklar yetiştiriyorlar. Kalan gençliğin içinden kazara yetişen zeki çocukları da büyük hayaller kurduruyoruz, yönetici yetiştireceğiz diye elimizden alabilmek için YGA gibi misyoner STK'ları seferber olmuş durumdalar. Üstelik bunlar bir tane değil, bizim Temel’in dediği gibi, yüzlercedir. Sözün özü elin gâvuru geliyor, senin okullarını hallaç pamuğu gibi attırıyor ve en zeki çocuklarını seçip elinden alıyor, istediği gibi yetiştiriyor, yöneticilerimiz onlarla işbirliği yapıyor ve biz resmen uyuyoruz, uyutuluyoruz. Çocuklarımızı istedikleri gibi yetiştiremeseler bile İngilizceyi ve Batı özentisini yaygınlaştırıyor olmaları bile bu çalışmaların üzerinde önemle durulmasını gerektirmiyor mu?.
Şimdi soruyorum: Milli Eğitim Bakanlığı çocuklarımızı elimizden almaya çalışanlara neden özel sınıf tahsis ediyor? Bunların faydalı olduğunu mu düşünüyor? Türk Milleti çocuklarımız elimizden alınmasın, Türk örf ve adetlerine, İslâm ahlâkına göre yetişsin diye AKP’ye oy vermedi mi? Çocuklarımızın en zeki olanlarını kendimiz yetiştirmek yerine kökü dışarıda kurum ve kişilerin terbiyesine vermek yeni bir politika mıdır? Bu politikadan vazgeçmeyi düşünürler mi? Düşünmüyorlarsa ihanet içinde değil midirler? Bundan böyle çocuklarımızı Milli Eğitim Bakanlığı değil de Soros uzantısı vakıf ve derneklerin eğitmesi için okulların yönetimini onlara vermeyi düşünüyorlar mı?
Adında Türkçe olmayan, hedefinde Türklük bulunmayan hiçbir sivil toplum kuruluşuna, bunların Türk Milleti’ne hizmet edeceğine, faydalı en küçük bir iş yapacağına inanmıyorum vesselam. Bunlar üç kuruşa bizi satan beyinsizlerdir. Küresel şirketlerin adamı olan Soros Yetiştirmeleri’dir. Vatikan’ın, Misyoner örgütlerin, İngiliz ABD İsrail Fransız gizli servislerinin uzantılarıdır. Öyle olmasaydı hedeflerini başkalarına yardım üzerine değil, Türk Milletine yardım olarak belirtirlerdi. İçimizdeki beyinsizler yüzünden Allah bizi yakmasın diyorum.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1]http://www.yga.org.tr/young-guru-academy/YGA/default.html
[2]http://www.yga.org.tr/tr/images/basinda/referans01.htm
Küçük bir ilde yaşayan bir yakınım, oğlunun öğretmenlerinin kendisine geldiğini ve oğlunun bir eğitim projesi için seçildiğini söylediklerini, Milli Eğitim’in “Young Guru Academy” adlı bu proje için bir sınıf tahsis ettiğini, projenin resmi değil yarı özel bir proje olduğunu, ancak tereddütleri bulunduğunu söyleyerek bu konudan bilgim olup olmadığını sordu. Ben de merak ettim ve YGA nedir diye araştırdım. Öncelikle Türkiye’de Türk Çocuklarına yönelik bir projenin adının neden İngilizce olduğunu düşündüm; yerden mantar biter gibi ülkemize dadanan bu gibi sivil toplum kuruluşlarının veb sitelerinde kullanılan dil bir tuhaftı. “Sıra Dışı Bir Liderlik Okulu” kılıfına Türkçe davet, İngilizce (Tercümesiz) mesajlar vardı.[1] Sitelerini inceledikçe yakın tarihimize kısa bir yolculuk yaptım.
YGA yabancı bir kuruluşun Türkiye’deki uzantısı. YGA-Hayal Ortakları Derneği, Türkiye’nin dönüştürülmesinin hızlandırıldığı yılda, 2007 yılında kurulmuş bir dernek. Milli Eğitim Bakanlığı ile de bir ortaklık sözleşmeleri var. Ama en ilginci Frito LayTürkiye adlı bir kuruluşun devamı olması. Frito Lay’ın GAP idaresiyle ortak projeleri var. 2003 yılında çeşitli merkezlerdeki (Kocaeli Suadiye, Batman, Mardin Ömerli, Nusaybin, Adıyaman Merkez veGölbaşı, Diyarbakır Silvan...) kurulan Cheetos Gelişim Merkezleri ve bu merkezlerde kurdukları kütüphaneler vasıtasıyla 2008’de 8 bin çocuğa ulaştıkları görülüyor. YGA’nın ilk büyük projesi “Oku, Düşün, Paylaş Türkiye” projesi. Bu çalışmaları için o tarihlerde 10 milyon dolar gibi bir para harcamışlar ki büyük bir rakam bu. Böyle masum ve Türkçe bir sloganla yola çıkan Young Guru Academy, bugün hızlı mesafe kat etmiş olmalı ki Hayal Ortaklığı’nı, Frito Lay’ı, Cheetos’u (?) vs. çoktan aşmış ve artık gerçek kimliği ile çalışıyor. Hayal Ortaklığı Derneği’nin adı kalmış. Arkasında ise tahmin ettiğiniz gibi Soros işbirlikçisi Holdingler var. Bu gibi yabancı emperyalist kuruluşlara, kanatılan bölgeler başta olmak üzere çalışma yapmasına kim niye izin verir, onlarla ortaklık sözleşmeleri imzalar anlaşılması mümkün değil. Anlamı, YGA’nın bir töreninde konuşan GAP Başkan yardımcısı Mustafa Kölmek’in şu sözlerinde gizli: “GAP sadece bir elektrik ve sulama projesi değil toplumsal dönüşüm projesidir” [2] Evet, sadece GAP’ın değil bütün Türkiye’nin Emperyalizmin daha rahat at koşturabilmesi için dönüştürülmesine çalışan yabancı kökenli, milyarlarca dolar destekli sivil toplum kuruluşlarından biri de YGA’dır.
YGA ve benzeri çalışmalar Türkiye'de 1980 sonrasında boş bırakılan bir alanda at oynatan “kökü dışarıda kurumlar” olarak tanımlanabilir. 12 Eylül öncesinde gençler ister sağcı olsun, ister solcu olsun okur, düşünür, tartışır, birbiriyle bu ülke için kavga ederlerdi. İşin kavga boyutundan çıkarılıp adam öldürme gibi uç noktalara getirilmesinde de “kökü dışarıda kurumlar” bulunmaktadır. “Bizim çocuklar iyi iş çıkardılar” sözü Türkiye'de ihtilal yapan askerler için ABD'liler tarafından kullanılmış bir sözdür. Dolayısıyla 12 Eylül sadece bir askeri darbe olmayıp Türk düşünce hayatını, düşünmeyi, okumayı, yazmayı derinden yaralayan bir hareketti. Sonrasında gençlik ne yapacağını bilemez bir boş vermişlik içinde buldu kendini. İçlerinden kendisini iyi yetiştirenler çıkamadı. Çünkü Türkiye'de okuyan, yazan, düşünen bir nesil istenmiyordu. Biz böyle 1990’lara geldik. O dönemde Dünyada George Soros adında bir Gürcü Yahudisi ortaya çıktı ve dünyanın her yerinde sivil toplum kuruluşları kurdurdu, yabancılara yakın mevcut kuruluşları maddi olarak destekledi. Sivil toplum kuruluşları lafı o yıllarda ortaya çıkmaya başladı. Daha sonraki süreçte bu sivil toplum kuruluşlarını yönetime ortak edilecek şekilde kanunlar düzenlenecekti. Nitekim son Anayasa değişikliğinde de yerel yönetimlerin, daha doğrusu STK’ları eliyle yönlendirilen yerel yönetimlerin güçlendirilmesi söz konusudur.
Önce yerden mantar biter gibi STK’ları kuruldu. Soros destekli bu STK'lar ilk iş olarak kişisel gelişim gibi masum konulara el attılar. Ezilen kadınlara, sokak çocuklarına, feminizme, çağdaş hayata dair kurdurdukları sivil toplum kuruluşlarına projeler yaptırıp bu projelere para verdiler. Böylece açık maddi ilişkilerini gizlediler. Aynı Soros vakıfları Türkiye'deki malum üniversite hocalarına kamuoyuna açıklanmayan raporlar yazdırıp onlara para aktardı. Sadece üniversite hocalarına değil, gazetecilere dış geziler, eğitim programları, projeleri yaptırdılar. Destekliyoruz, onları eğitiyoruz diye örtülü bir şekilde basını yönlendirmeye başladılar. Soros efendinin uşakları sırasıyla bütün devletin üst düzey bürokratlarını yurt dışında eğitti. Kaymakamlar, valiler, yargıçlar... Sıra öğrencilere gelmişti. Hiç zor olmadı. Zaten yıllardır Fulbright vb adlarla burslar veriyor, içimizden seçtikleri zeki çocukları dünyayı yöneten şirketlerin emrinde görev yapacak kafada ve şekilde “eğitmek” için yurt dışına götürüyorlardı. Bu da yeterli görülmedi. AB ve ABD projeleri olarak üniversitelerden başlayan yurt dışında eğitim özentisini daha aşağı kademelere doğru indirdiler. Da Vinci projesi, Erasmus projesi, yok bilmem ne projesi diyerek önce üniversitede okuyan çocuklarımızı, öğrenci değişim projesi adı altında yurt dışında emellerine uygun bir şekilde eğitmeye çalıştılar. Bu projeler dolayısıyla yurt dışına giden çocuklarımızın çok az bir kısmı çok zekiydi, ayıktılar. Daha bilinçli olarak geri döndüler. Bir kısmı çok saftı. Modern hayatın kötü cazibesine kapılıp Batı tarzı yaşama adım attılar. İçlerinde tecavüze uğrayanlar oldu. Ne de olsa bir taraflarında Türklük vardı ve bundan uzaklaştırılmaları gerekiyordu. Küresel şirketlerin en çok korktuğu da milliyetçilik ve özellikle Türklüktü.
Tıpkı Vatikan'ın 1960'lara kadar Dünyada uyguladığı Misyonerlik faaliyetleri sonuç vermeyince Vatikan'ın en önemli konsüllerinden biri olan Misyonerlik Konsülünü bir kenara bırakıp Diyalog konsülünü kurması ve gittiği ülkelerde yerel dinin yanında Hıristiyanlığı diyalog, hoşgörü, medeniyet ittifakı vb benzeri yaldızlarla satmaya çalışmak için Diyalog konsülünü kurmaları gibi bir durum ortadadır. Da vinci vs. projelerinde istedikleri kadar etkili olamayınca yerine Türkiye'deki kendi kurdurdukları sivil toplum kuruluşlarında yetiştirdikleri, aslında kuş beyinli ve satılmış ama önemli yönetici vb. görünümündeki kişilerle, bu sefer ilkokul çağına kadar tespit edebildikleri zeki çocukları “yöneticilerin yöneticisi yetiştiriyoruz”, “sıra dışı liderler yetiştiriyoruz” diyerek ağlarına düşürmeye niyetlendiler ve Young Guru Academy gibi tamamen Masonik söylemlerle yürüyen kurumlar kurdular. Bu STK'ların görevi Türkiye gibi önemli devletlerin içinden en zekileri alıp, kendi istedikleri gibi yetiştirip kendi menfaatleri için uygun gördükleri yerlerde çalıştırmaktır. Birinci ikinci derecedekileri kendi ülkelerinde çalıştırırlar, geriye kalan üçüncü, dördüncü, beşinci sınıf adamları da kendi ülkesine yönetici diye gönderirler. Sonra gerektiğinde onları çağırır, büyük törenlerle nişanlar takarlar.
Soros'un bu çalışması sadece zeki kişiler için düşünülmemelidir. Bir toplum projesidir. En zeki kişilerin içindeki yükselme, büyük hayaller kurup o hayallerine ulaşma, önemli işler yapma, büyük buluşlar gerçekleştirme, insanlığa hizmet etme gibi duyguları istismar etmekle kalmadılar. Genç diplomatlar yetiştiriyoruz diye, mesela Kıbrıs’ta diplomat adayı gençlerimizi zehirlediler. Bütün televizyonları satın alarak “Büyük Gözaltı” programları yaptırdılar. Biri Bizi Gözetliyor, Gelin Kaynana, Yemek, Kim İyi Dans Eder, Kim İyi Şarkı Söyler, Kim 500 Milyon İster, Var Mısın Yok Musun vb. gibi formatı kendilerine ait programlarla toplumu uyuşturup afyonladılar. Geleneği, kültürü tamamen yok sayan bir zihniyete bunları yaptırarak Türk Ailesini yok etmeye çalıştılar. Her ülkede birtakım üst kurullar kurdurup bu üst kurullara ilgilendikleri alanlardaki milli olan ne varsa yok etme görevini yaptırdılar. Bir örnek verecek olursak RTÜK diye bir kurumumuz var ve bu kurum, Türkiye'de Türk Ailesinin bitirilmesine, Türk Kültürünün yok edilmesine, Türk çocuklarının bir maymun gibi yetiştirilmesine, şiddet ve müstehcenlikle eğitilmesine göz yummuyor mu? Her türlü ahlaksızlığın gösterildiği dizilere göz yummaya devam etmiyor mu?
Özetlemek gerekirse önce savaşlar vardı. Türk’ü yenemediler. Sonra içten yıkmaya, bölüp parçalamaya karar verdiler. Farmasonluk veya Masonluk ilk adımları oldu. Misyoner okullarıyla yol aldılar. Ajanlarıyla yaptıramadıkları işleri bu okullarda yetiştirdiklerinin eliyle yaptırdılar. Basına, sinema, radyo, televizyona, yayın evlerine yatırım yaptılar. Rotaryenlik, Lionsluk gibi çalışmalarla YGA gibi kurumların altyapısını hazırladılar. Sonra baktılar gördüler ki bu da yetmiyor; Marksizm gibi kökü dışarıda fikir akımlarının Türkiye'de gelişmesini sağladılar. Bu yolla da bir yere varamadılar. Çünkü kökü dışarıda olan her şeye karşı durabilecek bir bünyeye sahipti Türk Milleti ve milliyetçileri, ülkücüleri vardı. Yöntem değiştirip yaptırdıkları bir ihtilallle lay lay lom bir gençlik yetiştirilmesini sağladılar. Şimdi bu gençliğin içinden en zekilerini alıp yüzyıllardır Türk Milletiyle sürdürdükleri savaşı kazanmak istiyorlar. Kazanmaları için en alttan başlamaları gerekiyordu. En yukarıdan başladıkları İngilizce eğitimi (İngilizce öğrenmeyi değil!)anaokullarına kadar indirdiler. İngilizce bilmeyenleri üniversite hocası yapmadılar. 2014'den sonra YÖK'de yapılan bir düzenlemeye göre sadece İngilizce bilenler Üniversite hocası olabilecek, diğer dilleri bilmek yeterli olmayacak.
Şimdi annesi babası internet, televizyon başından ayrılmayan, sabah kahvaltısı yapmayan, adet ve gelenekleri bilmeyen, test usulü eğitimle okuma yazması köreltilmiş, düşünemeyen, hazır yiyecekle, hamburgerle beslenen, GDO'lu yiyeceklerle vücudu şişmeye başlamış, facebook'ta anne babasından gizli dolaşmaktan keyif alan, bilgisayar oyunlarıyla beyni keçeleşmiş, her gün biraz daha fazla facebookta vakit geçiren bir gençliğimiz var. Anne babalar iyi yetişsin, Müslüman yetişsin diye Fethullah’ın okullarına, dershanelerine çocuklarını gönderiyor; onlar da İngilizce, İngiliz, Amerika hayranı, sömürgeciliğe teşne, köle kafalı çocuklar yetiştiriyorlar. Kalan gençliğin içinden kazara yetişen zeki çocukları da büyük hayaller kurduruyoruz, yönetici yetiştireceğiz diye elimizden alabilmek için YGA gibi misyoner STK'ları seferber olmuş durumdalar. Üstelik bunlar bir tane değil, bizim Temel’in dediği gibi, yüzlercedir. Sözün özü elin gâvuru geliyor, senin okullarını hallaç pamuğu gibi attırıyor ve en zeki çocuklarını seçip elinden alıyor, istediği gibi yetiştiriyor, yöneticilerimiz onlarla işbirliği yapıyor ve biz resmen uyuyoruz, uyutuluyoruz. Çocuklarımızı istedikleri gibi yetiştiremeseler bile İngilizceyi ve Batı özentisini yaygınlaştırıyor olmaları bile bu çalışmaların üzerinde önemle durulmasını gerektirmiyor mu?.
Şimdi soruyorum: Milli Eğitim Bakanlığı çocuklarımızı elimizden almaya çalışanlara neden özel sınıf tahsis ediyor? Bunların faydalı olduğunu mu düşünüyor? Türk Milleti çocuklarımız elimizden alınmasın, Türk örf ve adetlerine, İslâm ahlâkına göre yetişsin diye AKP’ye oy vermedi mi? Çocuklarımızın en zeki olanlarını kendimiz yetiştirmek yerine kökü dışarıda kurum ve kişilerin terbiyesine vermek yeni bir politika mıdır? Bu politikadan vazgeçmeyi düşünürler mi? Düşünmüyorlarsa ihanet içinde değil midirler? Bundan böyle çocuklarımızı Milli Eğitim Bakanlığı değil de Soros uzantısı vakıf ve derneklerin eğitmesi için okulların yönetimini onlara vermeyi düşünüyorlar mı?
Adında Türkçe olmayan, hedefinde Türklük bulunmayan hiçbir sivil toplum kuruluşuna, bunların Türk Milleti’ne hizmet edeceğine, faydalı en küçük bir iş yapacağına inanmıyorum vesselam. Bunlar üç kuruşa bizi satan beyinsizlerdir. Küresel şirketlerin adamı olan Soros Yetiştirmeleri’dir. Vatikan’ın, Misyoner örgütlerin, İngiliz ABD İsrail Fransız gizli servislerinin uzantılarıdır. Öyle olmasaydı hedeflerini başkalarına yardım üzerine değil, Türk Milletine yardım olarak belirtirlerdi. İçimizdeki beyinsizler yüzünden Allah bizi yakmasın diyorum.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1]http://www.yga.org.tr/young-guru-academy/YGA/default.html
[2]http://www.yga.org.tr/tr/images/basinda/referans01.htm
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)