27 Aralık 2014 Cumartesi

Soysuz Âdeti Yeniyıl

 27 Aralık 2014                

Bugün Yeni yıl âdetinden bahsedeceğim. “Âdet” diyorum, çünkü onu başka bir şekilde sınıflamak mümkün değil. Gelenek değildir; atalarımızdan gelmemektedir. Görgü de değildir; yılbaşı kutlaması yapmadığımda kimse beni ayıplamıyorsa görgü olamaz, çünkü atalarımızdan böyle bir şey görmedik. Gelenekleri asıl şekillendiren ve Töre denilen Türk Anayasası ise hiç değildir. Uygulaması gittikçe yaygınlaştığı için alışkanlık haline gelmiş davranışlara adet deniliyor. Ülkemizde iki buçuk ay boyunca yılbaşından söz ediliyorsa bu, artık bu davranışların adet haline geldiğini gösterir. Geleneğe, atalara dayanmayan adetler, sonradan bünyemize yapışan adetlerdir; atalardan gelen geleneğe uygun ise adet olmaktan çıkar, geleneğe dönüşür. Gelenek, adı üstünde geçmişten geleceğe doğru devam eden, alışkanlık yapmış davranışlardır. Bu ise olsa olsa adet adını verdiğimiz, daha yakın zamanda ve daha sınırlı bir çevrede oluşmuş davranışlardır.
Gelenekle, bünyemizle, asaletimizle hiç ilgisi olmayan yılbaşı âdetini, izninizle ben soysuz bir âdet olarak sınıflandırmak ve gittikçe soysuzlaşan bu âdet üzerinde biraz durmak istiyorum. Çünkü Yılbaşı âdeti hayatımızın her yönünü kuşatmaya başlamış durumdadır ve bu âdetin çevresinde şekillenen uygulamalar, milletimizi ayakta tutan aile ve gençliğimizi tehdit etmektedir. Türk radyo ve televizyonlarını, alışveriş merkezlerini, sokaklarını bugünlerde dolaşanlar, bizi bir Hıristiyan ülkesi zannedebilirler.

Yılbaşını ve nereden kaynaklandığını biliyorsunuz: Bu bir Batı Hıristiyan Dünyası âdetidir. Çizgi filmlerde, filmlerde, dizilerde gördüğümüz gibi Noel'de evler süslenir, çünkü çatıya Noel baba gelsin diye (Noel baba Hristiyanlara göre Hz.İsa) düşünülür. Noel'in İngilizcesi Christmas'dır. Jesus christ derler, yüce İsa demektir. Christ yüce demek... Noel'de Hristiyanlara göre kar yağması çok önemlidir. Çünkü kar yağarsa Hz. İsa'nın ayak izleri görüneceği düşünülür. O yüzden Noel'de kimse dışarı çıkmaz. Noel babaya yazılan mektup aslında İsa'ya yazılır. Kurabiye ve süt onun için konur (genellikle çocuklar koyar, güzel hediye bıraksın diye.)

Hıristiyanlarımız bu soysuz âdetin Türkiye’de yayılmasını desteklediler. Kendilerini biraz olsun içinde buldukları bir âdeti uygulamalarından daha doğal ne olabilirdi? Onların komşuları Müslüman Türkler desteklediler; çünkü dünyanın en hoşgörülü milletiydiler. Velhasıl, küçücük bir menfaat ve zevk için; komşularına saygı duya duya komşularının âdetini soysuzlaştırarak kendilerine mal ettiler.

Önceleri Hristiyan evlerinde başlayan, Avrupa görmüş ecnebi hayranlarının katılımıyla yayılan evlerdeki yılbaşı partileri, anaokulundan başlayarak üniversitelere ve en sonunda işyerlerine kadar kendine yer buldu. Öğretmen ve öğrenci dersten, amir memur işten sıyırmaya, içmeye… vesile arıyordu, buldular.
Bu soysuz adet yayıldıkça yayıldı ve artık meydanlarda içip… , kadınları taciz etmek bir moda oldu. Bunun bir yandan Hıristiyan kültürünü geliştirir, yaygınlaştırırken bir yandan da aptal Türkleri(!)aşağılamak amacıyla ortaya konduğunu kimse görmedi.

Bu iki ay boyunca yediği herzelerin gündeme gelmemesi işine geldiği için iktidarlar ve siyasiler de bu soysuz âdete çanak tutuyorlar. Noel Baba’nın Demreli oluşunu turizm vesilesi kılmak bu üstün zekâlıların sonuçsuz kalan işlerindendir.

Solcular, laikler, devrimciler, komünistler sağcılar, milliyetçiler bu işe karşı çıkıyor diye bu soysuz âdeti desteklediler, en büyük uygulayıcıları onlar oldu.

Yılbaşı gecesi, başka zamanlarda insanlara verilmeyen hizmetler verilerek bu soysuz âdeti yerine getirenler ödüllendirildi.

Önceleri sadece yılbaşlarında ortaya çıkan, kartpostallardan tanıdığımız Noel Baba ve Ren geyikleri hayatımızın tam ortasına girdi.

Biraz daha, biraz daha; daha çok kazanayım diyen işadamı, tüccar, bakkal… iş yerinde bu soysuz adetin malzemelerini satarak yaygınlaşmasına sebep oldu.

Bu adet önce bomboş bıraktığımız bir alandan, çocuk edebiyatı üzerinden bağrımıza girdi. Yabancı masal kitaplarındaki bu ilginç hayvanlar –geyikler- ve kızakları ilgimizi çekmişti. Beynimize attıkları bu çentik ileriki yıllarda çok işlerine yarayacaktı.

Anne babalar, anaokulundaki çocuğunu yılbaşı partisine gönderirken onun eğlenmesini, güzel vakit geçirmesine seviniyordu. Göz yumdular çocuklarımızın bu soysuzluğu yaşamalarına.

Din adamı Hz. İsa da bizim peygamberimiz doğumunu kutlasak ne olur dedi. “Ulan bu rakıcılar bir gün de içiversinler” dedi, sesini çıkarmadı.

Türkçüler, bu gâvurlarda geyik ne gezsin, o Ren değil Sibirya geyiğidir, çam dikmeyi bunlar bilmez Çam Bayramı eski Türk bayramıdır dedi, konuyu sulandırdı. Hâlbuki geyiklerin çobanları Türk olmaktan çıkmış, Hıristiyan çobanları haline gelmiş, gelenek Batının bir geleneği olmuştu.

Etnik Özürlü sanatçılar bu yılışık eğlence usulüne teşne idi. Ses çıkarmamak ne kemlime bu soysuz âdete koşarak gittiler. Yılbaşına nasıl girersen yılın öyle geçer diye ahlaksız bir şehir efsanesini uydurdular ve çiklet gibi çiğnediler. Bundan büyük batıl inanç olamazdı. Özellikle nefret edilesi bu yılışıklıktan sanat icra etmekten uzak sanatçı müsveddeleri sorumludur.

Bu soysuz âdetin ilk filizlenmesini, daha televizyon yokken, TRT, Türkiye radyoları vasıtasıyla Yılbaşı gecesi yayınladığı piyango çekilişleriyle, sağlamıştır. Sanatçılar memnun, radyolar memnun, vatandaş memnun, devlet memnun (paranın çoğu onun cebine giriyordu)… Herkes yol verdi yılbaşı eğlencelerine. Derken efendim bazı çatlak sesler duyulmaya başlandı; Neymiş piyango kumarmış da, kumarın millisi olmazmış da, yılbaşında hindi yenmesi Batılıların sembolik olarak Türkleri yemesiymiş, onun için Türkiye’nin adı Turkey (hindi) imiş de, mişmiş de mişmiş. Kimse aldırış etmedi bunlara tabi.  Geri kafalılar sizi!

Tek kanallı televizyon yıllarında TRT, bir alışkanlık uydurdu, sonra da özel televizyonlar onun bıraktığı yerden bayrağı devraldı: Televizyonlarda mutlaka her Noel’de (25 Aralık Hz. İsa’nın doğum günü) Hıristiyan kültürünü yansıtan Noel Babalı, kiliseli, ayinli filmler gösterildi, gösteriliyor. (İsterse en baba Müslüman iktidar başta olsun, fark etmez; mutlaka bu Noel Babalı filmler 25 Aralık’ta yayınlanır.) Bu çaba âdetin yaygınlaşmasına yetmedi, haber bültenlerinde Noel ayin haberleri, o da yetmeyince ayinleri canlı olarak yayınlamaya başladılar. 25 Aralık’ta Hıristiyan vatandaşlarımıza şirinlik olarak yayınlanan Noel Babalı filmler o hafta az buçuk eleştirilir, üzerinde konuşulur, unutulur giderdi. Şimdi öyle mi? Başta televizyonlar olmak üzere Hıristiyanlar ve onların izinde gidenler kutlamaları adet haline getirdiler. Soysuz bir adet! Artık sadece Hıristiyanların oturduğu semtlerimizde değil Müslüman mahallelerinde, geyikler dolaşıyor! Televizyonlar sadece 25 Aralıkta değil, en az iki buçuk ay yılbaşı, Noel Baba, yılbaşı eğlenceleri, yılbaşı hediyeleri, yılbaşı… sohbetleri yapıyor. Yılbaşından bir buçuk ay önce (ben özellikle ilk yılbaşı reklamı ne zaman yayınlanacak diye baktım) sahibi Hristiyan şirketlerin TV reklamlarıyla başlayan bu süreç, gazete, dergi, afiş, dükkân vitrinleri ile gittikçe geliştiriliyor ve yılbaşından bir ay sonra itin birinin o gece nasıl kaşındığına dair program ve haberler seyredebiliyorsunuz. Milli Piyango, Yılbaşı kıyafetleri, yılbaşı hediyeleri, Noel Baba haberleri, yılbaşı kutlama mekânları, yılbaşı tedbirleri,  yılbaşı partileri…
Gündemde tutulması ecnebi kökenli etnik özürlü basının ve reklamcıların gayreti ile oluyor. Yılbaşından bir ay sonra bile sosyete denilen ama sosyete ile ilgisi olmayan soysuz bir güruhun nasıl eğlendiğini seyretmeye devam ettiriliyoruz maalesef. O kadar çok konuşuluyor, reklamı yapılıyor ki, bu uygulamaların soysuz bir adet haline geldiği görülüyor. Dün akşam bir soysuz TV kanalında Noel Baba’nın evinden çıkışının haberi vardı ve mutlaka bütün çocuklara geleceği söyleniyordu.  Radyo ve televizyonlardaki bir avuç etnik özürlü hovarda meşreplerine uygun yılbaşı programlarını yaygınlaştırdılar.

Adet o kadar soysuz ki Hıristiyan evlerinin odalarını süsleyen çamların, mumların taklidini geçtik, evlerin damlarına konulan heykelleri taklit etmeye başladık. Hıristiyan vatandaşlarımız eliyle yüreğimize, hayatımıza atılan bir tırnak. Kazıyorlar, kaşıyorlar, kanatıyorlar. Şu anda da bu konuda pençelerini iyice geçirmiş durumdalar.

Bir zamanlar televizyonlara boy boy yılbaşı reklamları veren şirketler, yabancı çokuluslu şirketlerin Türkiye acentalarıydı. Bugün Türkiye’nin neredeyse bütün önemli şirketleri, bankaları bizzat Hıristiyanlar ve ecnebilerce satın alındıkları için, Noel Baba’ya “Ho Ho” diye Türk çocuklarını güttüren reklamlar yayınlıyorlar. Ne diyelim parayı veren düdüğü çalar!

Kısaca AVM denilen alışveriş merkezleri, müşterilerini alışveriş yapmaya ve ev, araba, hem ev hem araba çekilişlerine katılmaya çağırıyor. Şehrin her yerinde devasa afişleri yapıştırılmış. Vahşi kapitalizm daha çok kazansın diye çabalıyor. Kola şirketleri, telefon şirketleri, yabancıların büyük ortak olduğu bankalar, oyun; tombala satan şirketler, Milli Piyango… kazanıyor. Her yere asılan ve elden dağıtılan küçücük afişlerle de sınırsız içkili yılbaşı parti reklamları yer alıyor.

Bu yılbaşı adetinden, kutlamalarından vatandaş ne kazanıyor? Hediyeye, altına, zümrüte, kıyafete, eğlenceye, içkiye, iç çamaşırına… bol bol, bütün birikimini harcıyor. İşin millî tarafı ise kuruyemişçilerin ve kılık kıyafet satanların kazanması. Tabi eskiden dünyada konfeksiyon alanında parmakla gösteriliyorduk, daha iyi idik, şimdi yabancı şirketlere fason mal üreten küçük işletmelere dönüştük. Bu da bir şeydir, evet.
Peki, vatandaş eğleniyor mu? Hayır. Eğlendiğini zannediyor. Adam gibi içkisini içebiliyor, yemeğini yiyebiliyor mu? Hayır. Bol bol sahte içki üretiliyor. Bol bol sahte et (domuz eti) piyasaya sürülüyor.
Yakalananlar yakalanmayanların kaçta kaçı siz tahmin edin. Şişede durduğu gibi durmuyor meret. Meydanlarda içenlerin halini görüyoruz, içler acısı; birileri kendilerini taciz etmezse ne âlâ. Evlerde aile dostlarıyla içenler ne yapıyor? Saçmalıyorlar, aile faciaları oluyor.

Ekonomik bir değer taşımadıkça bu soysuzluğa karşı çıkılamaz, çığ gibi büyümesine engel olunamaz, ezer geçer, deniliyor. Sosyal basında bir forum sitesinde ismi Türk olan biri, bu soysuz geleneğe karşı çıkanlara şöyle demiş: “Kutlamak istemeyen arkadaşlar İran veya o çok sevdikleri(!) Ortadoğu ülkelerine iltica edebilirler tutan yok!”[1] Artık bu işin savunmasını da (ki ajanların çok önem verdikleri kamuoyu yönlendirme işidir)  Türk ve Müslümanlara yaptırıyorlar. Devasa kutlamaları ne yazık ki Müslüman! belediyeler düzenliyor.

Vatandaş bu yılbaşı kutlaması soysuzluğundan kurtarılmalıdır. Hıristiyan vatandaşlarımız da alınmasın. Asıl Noel günü bozulmuştur. Bu gidiş sizin de hayrınıza değildir. Sağlıksızdır, bin türlü hastalık bırakmaktadır ardında. Ne laiklikle, ne solculuk sağcılıkla ilgili değil bu dediklerim. Herkesin dilediği gibi yaşamasına saygım var ama bu toplum hasta ediliyor, gelenekleri unutturulup soysuz adetlerle donatılıyor, biz de buna vesile oluyoruz, seyirci kalıyoruz. Meydanların ışıklandırılması için harcanan milyonlar, başka hastalıklarımızın, dertlerimizin tedavisi, en önemlisi istihdam için kullanılmalıdır. Türkiye çapında ne kadar harcama yapıldığını düşününüz lütfen. İçki içenleri, eğlence arayan gençleri, bir ihtiyaçsa eğer, başka etkinliklerde bir araya getirmemiz, mal satma ihtiyacındaki hırslı tüccarı başka mecralarla malını pazarlamaya davet etmeliyiz. Milletimizin iğfaline sebep olmaması için başka yollar bulmalıyız.

Tarihi süreçle ilgili olmayan, millet hayatındaki zaman ve mekân boyutunun derinlik ve genişliğinde pek izi olmayan, aksine başka medeniyet dairelerinin, milletlerin hayatının bir parçası olan uygulamaların kısmen veya aynen alınıp uygulanmasını soysuz adet olarak nitelendirdik. Aynen aldıkların zaten senin değil, onundur. Kısmen aldığın ise senin ruhuna ne kadar hitap edebiliyorsa ona bakmak lazım. Eğer senin diğer geleneklerinle uyuşuyorsa bir süre sonra gelenek haline dönüşecektir. Ben bu noktada, bünyemize uymadığı halde gittikçe yayılıyor olmasını milletimizin bünyesinin en hafif bir ifadeyle değiştirilmekte olduğunu söylemek isterim. Hayatımızın her yönünü kuşatmaya başladığını söyledik. Bu durumda biz, soysuz bir âdeti uygulamakla kalmayıp, bu soysuz âdetin sahibi medeniyetin, milletin, ülkenin adetlerini, geleneklerini, kültürünü kendimize ait bir kültür olarak görmeye başlamışsak, o zaman kendi geleneklerimizi, kimliğimizi kaybetmişiz demektir.

Her geçen yıl, daha da ilerleyen bir çöle benzemektedir yılbaşı. Hayatımız bu soysuz âdetin tehdidi altındadır. 1984 yılında Ankara, Kızılay’da bir tek Noel Baba şapkalı piyango biletçisi vardı. Tek tük, o da ecnebi evlerinde çamlar görülürdü. Bugün evlerinin çatısına (adı her ne ise) şişman heykeller dikiliyor.
(İlki geçen yıl Nışantaşı Sosyete Pazarı çatısında görüldü.) Batılılar kiliseden uzaklaşır, Türklerin de tesiriyle hızla Müslümanlığa kayarken, içimizdeki ajanlar, ecnebi maşaları; bizim televizyonlarımız, bizim cehaletimizi, aymazlığımızı kullanarak ve yılbaşını, Noel’i vs. bahane ederek bizi hızla kiliselere sokmaya çalışıyorlar. Maksat bizi Hıristiyan etmek olsa canım yanmaz, kendi temellerinden ayırıp daha çok sömürebilecekleri cahil bir toplum yaratmak.

Büyük kitapçılara gittiğinizde çocuklar için basılan kitapları lütfen bir karıştırınız. Yüzde bir oranında (kitap sayısı, baskı adedi, muhtevası, kalitesi gibi unsurları dikkate alarak) Türk / İslâm kültürüne yer verilmediğini gözlerinizle göreceksiniz.

Kendi yılbaşını kutlamayı unutmuş (21 Mart Nevruz günü) başkalarının bayramını kendi bayramı zanneden bir millet değil, bir topluluk var karşımızda. Kendi bayramına boş ver deyip başkasının kuyruğuna yapışmış bir topluluk…

Peki, çözüm ne? Ne yapalım? Türk milleti, geleneği sahipsiz diye, sömürgeciler bütün imkânlarını kullanarak var güçleriyle saldırırken meydanı boş mu bırakalım? Öncelikle üç kuruşluk menfaatler için, bir rakı masasının keyfi için… milletimizi satmayalım.

Sonra, biz Türkler birleşip, kendi Töremizi yaşamaz, yaşatmaz, bu yolda çalışanlara maddi manevi destek vermezsek Töre zayıflar, gelenek kaybolur, soysuz adetler peyda olur ve bu soysuz adetler gün geçtikçe hayatımızı kuşatır. Kaybolduğumuzun farkına bile varamayız. Allah korusun.

Töremizi, geleneklerimizi yaşatalım, sahiplenelim ki soysuz adetler etrafımızı kuşatmasın. Hayatımızın her anını kuşatacak şekilde Töre ve Töre’den kaynaklanan gelenek, adet, görgü ve alışkanlıklarımızı, ahlakımızı ortaya çıkarmak ve hayatımızı buna göre tanzim etmek zorundayız. Evvela da henüz yazılmamış Türk Töresi’ni, Türk Görgüsü’nü, parça parça yazılmış Türk Gelenekleri ve Adetleri’ni yazmamız ve çocuklarımıza öğretmemiz lazım.  Töre’nin gücünü ve Türkler için önemini bilenler ona çamur atmak için Türk Sineması’nı ve onun ecnebi senarist ve yönetmenlerini kullandılar. Yıllarca “Batasıca, Kahrolasıca Töreler” diye Töre’mize, yazılmamış gizli anayasamıza küfrettiler. Son zamanlarda da “Töre cinayetleri” diye bir kavram uydurdular, Töre’yi iyice çamura bulaştırdılar. Tıpkı Ergenekon adının bir adi suç örgütüne verilmesinde olduğu gibi. Bilmedikleri bir şey var: Töre kendisini diriltebilecek, bunun için canını verecek evlatlarını da ortaya çıkarabilecek güçte bur kurumdur. Kendi külünden doğan Anka gibidir Töre.

Sadece kendimize, kendi imkânlarımıza bakalım ve ona güvenelim. Yabancılar, yerli olup da etnik özürlü olanlar bizim gibi düşünmezler; onlar için önemli olan kendi azınlıklarının menfaatleridir. Bu da doğaldır. Biz kendi yağımızla kavrulmasını öğrenmeliyiz. Kimse bizim iyiliğimiz için kılını kıpırdatmayacaktır. Ne yabancılara, ne iktidarlara, ne siyasilere kendimize güvenelim ve imkânlarımızı birleştirelim.

Bin yıl önce Çin’in ipeğine, kadınına kapılmak senin yok oluşun idi ise, ecnebinin soysuz âdetine kapılmak da senin yok oluşundur. Kapılma!

Sözüm size, bize, hepimize…




[1] http://www.frmtr.com/garip-olaylar/5744208-noelin-turkiyede-fazla-bilinmeyen-amaci-3.html