21 Ocak 2013 Pazartesi

Hilalin İki Ucu

     

21 Ocak 2013    
           
Hatırlayamadığımız, anlatamadığımız bir rüya mı, yoksa acı bir gerçek mi?
Belki bugün Endülüs’ün tasavvuruna sahip olmayışımızdan kaynaklanan; dost gibi görünenlerin aslında fırsatını bulduklarında, hoşgörümüzü nasıl istismar edeceklerinin de yaşandığı bugünkü Türkiye’mizin gerçeğini anlamamıza yardımcı olabilecek tarihsel bir süreç...

HİLALİN İKİ UCU

Endülüs aşk demek, Endülüs medeniyet. Kaynağını, gücünü aşktan alan, insanlığın ulaştığı müstesna bir medeniyetin zirvesi. İber yarımadasında, bugünkü İspanya ve Portekiz’i içine alan bölge’de Müslümanların kurduğu yüksek bir medeniyetin adı. Endülüs gerçek bir zirve...
İfratla tefrit arasındaki insanoğlu İslâm’la müşerref olduktan sonra aydınlandı. Bu aydınlık, dalga dalga dünyaya yayıldı. Endülüs, ilimde, sanatta, edebiyatta, felsefede olağan üstü bir yerde. Bugün bile ışığını görebilecek, seviyesini anlayabilecek durumda değiliz. Her ırk, dil, din ve cinsteki insanın ulaştığı sınırsız hürriyetin beşiği. Herkes birbirine saygılı; tabir caizse kurtla kuzu yan yana. Konuşuyor, tartışıyor, üretiyor, yazıyor, çiziyor; eser meydana getiriyor. Hoşgörünün ve daha birçok şeyin zirvesi...
O zirve bize neden uzak? Neyi unuttuk, yahut hatırlamak istemiyoruz? Gemileri yaktıran o müthiş kumandanı, Tarık Bin Ziyad’ın hatırası hâlâ hafızalarımızda tazeliğini korurken? Nedendir Endülüs’ün ülkemizde pek bilinmemesi? Önümüze çekilen perdeler mi, yoksa hatırlamak istemediğimiz faciaları unutmak için biz mi sırtımızı döndük ona? Hâlbuki yönümüz hep batıya idi...
Endülüs sayesinde ilim, sanat, felsefe ve sanatla tanışmıştı Avrupa...
Ama her şeyin bir zevali ve sınırı var. Hoşgörünün de. Güçlü iken takip etmeniz gereken siyaset hoşgörü değil! Ancak zayıflar hoşgörüden istifade eder. Endülüs, gücünün zirvesinde ve bunları aklına bile getirmiyor. Gün gelip devran dönünce bu hoşgörünün cezasını çekecek. Tıpkı Bosna gibi. Milyonlarca Müslüman öldürülecek, yok edilecek, binlercesinin ırzına geçilecek, milyonlarcası zorla Hıristiyan yapılacak. Binlerce Müslüman ve Yahudi Büyük Osmanlı’ya sığınarak canını kurtarabilecek.
 Endülüs zulmün son kertesi.  Endülüs kıpkızıl bir kan deryası. Endülüs Engizisyon. Endülüs vahşet. Endülüs, hani şu sakız gibi çiğnenen o kelimenin, soykırımın daniskası. Dünya dünya olalı böyle bir vahşet yaşamadı. İnşallah yaşamayacak da...
Endülüs’te İslâm var. Endülüsler, Osmanlı; Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler var.
Endülüs’te aşk var.
Endülüs estetik...
Endülüs felsefe...
Endülüs tasavvuf...
Endülüs, sanat, edebiyat, şiir demek... Ve özellikle mimari; şehirler, saraylar, bahçeler, camiler demek. O bahçeler ki on asır öncesinde, daha elektrik icat edilmemişken gündüz gibi aydınlatılmıştı...
Endülüs, yüksek bir medeniyete hasretin adı.
Endülüs hazin bir hikâye. Acı hatıralarından dolayı unutmak istediğimiz bir roman külliyatı...
Endülüs, Müslümanların kendisine yapılanları unutma saflığının en açık belgesi.
Endülüs’te hazin hikâyeler var. Yazılmamış destanlar var.
 Endülüs, Üzülme! Dünya Durdukça Hatırlanacaksın!
 İşte yüzyıllardır ihmal edilmiş, usta kalemlerce yazılmayı bekleyen Endülüs’ün yazılmamış destanlarından biri yazıldı. Mine Sultan Ünver[1], “Hilalin İki Ucu/Osmanlı Endülüs’te” adlı romanını yazdı.[2] Artık Endülüs bize o kadar da uzak değil. Hilal’in İki İcu’nda her yönüyle Endülüs var. Mine Sultan Ünver, son romanında, Fatih Sultan Mehmet Han’ın Endülüs Müslümanlarıyla temasa geçerek Hilal’in iki ucunu, Müslümanları birleştirme amacıyla İber yarımadasına, İspanya’ya gönderdiği kahramanların çarpıcı hikâyesini anlatıyor. Hem de muhteşem bir üslupla. Ciddi bir araştırma sonunda müthiş bir duygu seli ile yazılmış bu roman.
 Üzerinde durulması gereken önemli bir husus var, o da şudur: Tarihin zaferlerle dolu şanlı sayfaları yazmak kolaydır. Zor olan, mağlubiyetlerin, büyük acıların, göçlerin yaşandığı dönemleri yazmaktır. Endülüs tarihte böyle bir karanlık sayfadır. Balkan Savaşları ve Felaketi böyledir. Karanlık bir dönem, kırmadan, dökmeden; ümitsizlik vermeden ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Mine hanım bunu başarmıştır.
Endülüs, bütün ihtişamı ve estetiği ile romanda karşımıza çıkıyor; Deliormanlı Poyraz, Endülüslü Ali Asar, İmam Nasr Fakih, Arslan Bey, Reisü’l-Küttüp Eyüp Efendi, Fatih Sultan Mehmet, Amber, Gerenimo, Pinhan, Serdar Han gibi roman kahramanlarının üzerinden gözümüzde canlandırılıyor. Kitap çok sade ve güzel bir Türkçe ile yazılmış. Her satırında Endülüs’ü yaşıyor insan. Endülüs’ün yıkılışını özetleyen şu ibret dolu satırlar da romandan:
 “Abdullah Es-Sağir, Gırnata’nın anahtarını Ferdinand ile İzabel’e teslim edip Fas’a doğru yola çıkarken, İspanyolların ‘Arabın son nefesini verdiği yer’ ya da ‘Gözyaşı Tepesi” dedikleri tepeden son bir kez Gırnata’ya bakıp ağladı. Validesi Aişe o vakit oğluna, ‘Ağla! Ağla! Eğer erkekler gibi mertçe savaşsaydın, şimdi kadınlar gibi ağlamazdın...’ deyince son melik, annesine şöyle karşılık verdi, ‘Ey validem! Bu felaketlerin benim ve halkımın başına gelmesine birinci sebep sen iken şimdi beni ayıplıyorsun. Vallahi evvelce senin böyle söyleyeceğini bilseydim, cesedimi Gırnata toprağında bırakıncaya kadar savaşırdım...’ ”
Osmanlı gibi İslâm medeniyetinin zirvelerinden biri olan Endülüs’ü, Türk İslâm medeniyetini bir daha yıkılmayacak şekilde inşa etmek ve gelecek nesillere bırakmak için yakından tanımamız, düşünmemiz, hayal etmemiz lazım. Hilalin İki Ucu, Endülüs’ün, Güney Türkistan’ın (Afganistan), Arabistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin akıbetine uğramamak için ibret dolu sayfalar sunuyor bize.
 “Hilal’in İki Ucu” gibi nefis bir roman yazdığı için Mine Sultan Ünver sağ olsun. Allah, kalemine yazılmamış nice romanlarımızı yazması için kuvvet versin, diyoruz.

[1] Nar-ı Aşk, Sultan’ın Rüyası romanlarının ve Aşk-ı Muhammed (Ekrem Altıntepe ile birlikte) kitabının aynı zamanda minyatür sanatçısı yazarı.
[2] Mine Sultan Ünver, Hilalin İki Ucu, İstanbul, Timaş Yayınevi, 2012, 224 sf.