30 Aralık 2011
Dün, öteden beri mukaddeslerimizin sömürüsünü yaptığını bildiğim bir meslektaşım yanımdan geçerken, her zamanki gibi görmezden gelemediği için, bir şeyler söylemek istedi, bana iyi yıllar dileğinde bulundu ve yanımdan geçip gitti. Şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim. "İyi yıllar" demişim farkında olmadan. Herhalde artık iyice diline alıştırdığı, garipsemediği ve şimdi oturtulduğu katta da yaygın olan bir dileği bana tekrarlamış oldu. Sahi neydi bizim için yeni yıl? Bundan otuz kırk yıl öncesini hatırlıyorum:
Her yeni yıl yeni bir umuttu çocukluğumuzda, tebrik kartları atardık büyüklerimize. “Yeni yılın başarı, huzur ve mutluluk getirmesini” dilerdik. Sanki gelen yeni yıl, beraberinde bir şeyler alıp gelecekmiş gibi! Getirmezdi tabii. Hiçbir şey getiremezdi, üstelik çok şeyimizi ardına takıp götürdüğünü uzun zaman sonra fark edebildik. Aga marka radyoların devrinden bahsediyorum. Tek kanallı televizyonumuz daha ortalıkta yoktu. Ama her ne hikmetse ve nereden zuhur etmişse Yeni Yıl bekleniyordu.
O yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Yeni Yıl Konserleri var mıydı bilmiyorum. Bankalar, kumbara ve küçük cep takvimlerinden oluşan hediyelerini yılbaşında verirlerdi Biz Noel Babaları, Kırıstmısları, çam ağaçlarını filan bilmezdik.. Ama yine de yeni yıl akşamı hindili yemeğimizi yer, çaylar, meyveler, kuruyemişler eşliğinde radyolarımızın başına geçer, müzik ve eğlence programını dinler, Orhan Boran’ın bayat esprilerine güler, yeni yılın ilk dakikalarında açıklanan piyango sonuçlarına -sanki büyük ikramiyenin bize çıkması kesinmiş gibi- kulak kesilirdik, çünkü babamız nedense, mutlaka bir bilet almış olurdu. Genellikle biletimize bir şey çıkmaz, hayal kırıklığı yaşardık. Dedemin köyde yılbaşında satılmak üzere yetiştirdiği hindileri satmaya çalıştığımız o kâbus gibi dondurucu kış günleri, yılbaşı arifeleri hâlâ hatırımdan çıkmaz: Soğuk, çamur, durmadan türlü sesler çıkaran, sağa sola kaçan hindiler… Bizim evde de yılbaşında yine nedense hindi pişirilirdi. Biraz çağdaş ailelerde birkaç ailenin bir araya gelip hindi yiyerek rakı içtiklerini de duyardık. Bize her şeyiyle ters olan bu adetlerin evimize kadar nasıl girdiğini o zamanlar pek anlamazdık. Bazen bir köyün bazen konu komşunun, en azından büyük ailenin katıldığı bu yılbaşı akşamlarının hangi gelenekle bağdaşarak evimize girdiğini çözebilmiş değildim. Bugün adım adım mankurtlaştırılmış olduğumuzu görüyorum. Başımı nereye çevirsem Hıristiyan kültürünün derimiz-kemiğimiz haline geldiğini görüyorum. Oluk oluk pislik içindeyiz. Mankurtluk üzerine kitap yazan Nurullah Çetin Hocamın kulakları çınlasın.[1]
Televizyon evlerimize girdikten sonra çoluk çocuk mebzul miktarda çok iyi hazırlanmış, bol süslü, Noel Baba’lı, kiliseli, ayinli çizgi, dizi ve uzun metrajlı filmler seyretmeye başladık. Tabii gazetelerin, “Bu yılbaşında dansöz çıkacak mı?” teraneleri eşliğinde –onca denetim kademesine, Türk örf ve adetlerine uygunluk esasına rağmen dansözlü yılbaşı programları yayınlanmaya başladı. Bu yetmedi; dini bütün Hıristiyanlar olmamız, gerekli bilgilerle donatılmamız için “Küçük Ev” gibi dizileri seyrettirdiler. (Sonradan bu diziyi Kanal 7 de yayınladı. Hangi eksikliklere binaen tekrarına lüzum duyuldu bilmem!) Bu da yetmedi, toptan Hıristiyanlaşmamız mümkün görülmemiş olsa gerek, hiç olmazsa ahlâken iflas etmiş bir sürü haline getirilmemiz için Dallas, Şahin Tepesi gibi kimin eli kimin cebinde belli olmayan diziler seyrettirdiler. TRT, kandillere, bayramlara göstermediği dikkati yılbaşı ve Örövizyon programlarına gösterdi, stüdyolar, kameralar tahsis edildi. Ama hep dikkat ettim, bugüne kadar hiçbir kıristmıs gününü ihmal etmeden (31 Aralık yılbaşı günü değil!) o güne özel misyonerlik sırıtan filmler yayınlandı. Özel televizyonlar kurulduktan sonra bu misyonu onlar üstlendiler, tepe üstü gidesice Yahudi Soros Efendi de hepimizin büyük bir keyifle seyrettiği (?), ya da yine Soros kontrollü AGB şirketince seyrediyor gözüktürüldüğü gelin- kaynana-damat, star, dans, zayıflama, yemek, giyim vb. programları yaptırdı, yapanları destekledi.
Bizim milletimizin yılbaşı 21 Mart idi, Nevruz günü idi. Bu milli günümüzü, bize hiç fark ettirmeden unutturduklarını ve yerine önce ufaktan kuruyemiş, eğlence, rakı, hindi, dansöz, ağaç, hediye kuluçkalarını, sonra büyük şehirlerin ana meydanlarında düzenlenen anlamsız yılbaşı kutlamalarına uzanan bir dizi yanlış, bizim hiçbir şeyimize uymayan yabancı âdet ve hurafeleri, gözümüzün içine baka baka milletimizin evine, barkına, şehrine soktular. 1980 li yıllarda Noel Ağacı evlerde gizli gizli kullanılıyordu. O da Hıristiyan evlerinde! Şimdi neredeyse her sokak ve dükkânda Noel Ağacı, Noel Baba kıyafeti var. Bunlarla utanmadan dolaşanlar var. Niye biliyor musunuz? Bizim üç kuruş daha fazla kazanalım diye düşünen, arkasından gelecek olanı merak etmeyen ve bu kıyafetleri, mumları, süsleri vb. satan cahil insanımız yüzünden! Neşelenelim diye yılbaşı çekilişleri yaptıran, Noel Baba kıyafetli partiler düzenleyen “cahil” öğretmenlerimiz yüzünden! Hıristiyanlara şirin gözükelim diye susan ve yeni yılın bir şeyler getirmesini Cuma hutbelerinde vazeden ve haksızlık karşısında susan Diyanet yüzünden! Kültürüne sahip çıkması gereken Bakanların, tam tersine para gelecek diye Noel Baba’ya sahip çıkma cahilliği yüzünden! Kırk yıl önce Noel Baba kıyafeti giydi diye bir piyangocuyu dövmeye kalkışanların çocukları, bu gün eş değiştirilen özel yılbaşı partilerine katılamıyorlarsa eğer, sular seller gibi içki tüketilen meydanlarda (herhalde halkımızın bu mühim günün faziletlerinden istifade edebilmesi için büyüklerimizce icat edilen) tuhaf kutlamalara katılır oldular. Bundan yirmi beş, otuz sene önce hayretle seyrettiğimiz Dallas dizisindeki pislikleri, bugün, televizyonlarımızın da büyük teşvikleriyle aynen yaşıyor hale geldik. Gazetelerin üçüncü sayfaları bunlarla dolu. Hürriyet Gazetesi “Her derde deva kiliseler” diye başlıklar atıp halkımızın arasında henüz Hıristiyanlaşmamış olanlara mesaj verebilmişse merak etmeyin yirmi beş otuz sene sonra bu memlekette istenilen değişim gerçekleşemese bile bir sığır sürüsünden farksız, her türlü sömürüye açık bir toplum oluşturulmuş olacaktır.
Baksanıza; müşterisi olmayan Ermeni kiliselerinin açılışını yapar, Keşan Müftüsü gibi “Noel geleneği bizim değildir” diyen âlimlere, bu konuda en son söz söylemesi gereken Diyanet, soruşturma açıyor, bizzat Kültür ve Turizm Bakanının ağzından onu ve onlar gibi davrananları aşağılıyor. [2] Mankurtluğunu, utanmadan sıkılmadan haykırıyor ve diyor ki: "Talihsiz bir açıklama. Turizm büyük ölçüde efsaneler üzerinde kendisini geliştirir. Mitoloji üzerine geliştirir. Ve o mitolojiyi, bütün ülkelerdeki mitolojiyi o bölge halkı destekler. Çünkü onun dünyaya tanıtımda katkısı vardır. Noel Baba dünyada birçok ülkenin sahip çıkmaya çalıştığı önemli bir aziz, isim. Ve bu Patara'da doğmuş diye bir bilgi var. Dünyanın Noel Baba olarak bildiği kişi Patara'da doğmuş ve Demre'de yaşamış olan Aziz Nikolas ve Noel Baba olarak bir bilgi var. Biz bu bilgiyi destekliyoruz. Bu bilgiyi çürütmeye çalışmıyoruz. Bunu ülkemizin tanıtımına dünyadaki başka insanların ülkemize ilgi göstermesine çok büyük bir katkısı oluyor. Ama arkadaşımızın birisi galiba üstüne vazife olmayan bir konuda konuşmuş. Anadolu'da bir söz vardır, 'Cahille bal yenmez, âlimle taş taşı' diye. Kendine göre bir iş yapmış. Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında soruşturma başlattı. Diyanet İşleri Başkanlığına teşekkür ediyorum." Günay, özetle, para için ben her şeyimi satarım, diyor. Sayın Bakan, sen kişisel olarak satabilirsin ama milletinin kültürel değerlerini yozlaştıracak konularda tedbir almak makamındaki kişisin, satamazsın. Bir din görevlisine de cahil diyemezsin. Bu olsa olsa senin cehaletini gösterir efendi! Keşan Müftümüz Süleyman Yeniçeri Bakan’a dava açsa yeridir. Süleyman Hoca hiçbir zaman mahzun olmayacaklardandır inşallah. Ben Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a yaptığı bu aşağılama ve mankurtluk için şahsen davacıyım. Diyanetten ve onun 39.999 imamından da bu mankurtluğa karşı çıkmadıkları, üstelik soruşturma açtıkları, açılmasına seyirci kaldıkları, cübbelerini bırakıp gitmedikleri için davacıyım. Hem bu dünyada, hem ahirette iki elim yakalarında olacaktır. Eli kalem tutan, dili dönen herkesi de bu mankurtluğa karşı çıkmaya davet ediyorum.
“Kula bela gelmez hak yazmayınca, Hak bela yazmaz kul azmayınca” derler. Biz okumadıkça, düşünmedikçe, aydınlanmadıkça, yazmadıkça kurtuluşumuzun, kalkınmamızın, huzurun ve refahın yalnız kendi çalışmamız ve Allah’ın rızası ile olacağına inanmadıkça bu sefaletimiz sürecektir. Ayrıca cep telefonlarıyla binlerce mesajın resmi, dini, milli bayramlarda manasızca gidip gelmesi tuhaflığına dikkatinizi çekmek istiyorum. Biz bu milli ve dini günlerin kıymetini bilip, hayatımızın her anını değerlendirmedikçe, çalışmadıkça, inanıp ibadetimizi yapmadıkça yapılan iyi dileklerin yerine ulaşacağını mı düşünüyoruz?
Türk Dünyası kendini toplamalı. Çeki düzen vermeli. Kendisinin adetlerini, geleneklerini, kendisine yayan, anlatan televizyonları, gazeteleri, radyoları, sinemaları, çizgi filmleri, oyuncakları, müzik evleri, yayınevleri vb. kurulmadıkça, yayınlanmadıkça biz çok yara almaya devam edeceğiz demektir.
Haberiniz.org’un kıymetli yazarı Sayın Hayati Bice’nin bugünkü yazısında önemle işaret ettiği çizgi filmler konusunu[3] inşallah bir başka yazımda inceleyeceğim.
Bu gidişle yeni yılın bize mutluluk getirmesini daha çok bekleriz!
Allah bu millete akıl fikir versin.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1]http://www.nurullahcetin.com/index.php?option=com_content&view=article&id=152:mankurtluk-kulahi&catid=36:kitaplarim&Itemid=65
[2]http://www.haberturk.com/gundem/haber/701096-bakan-gunaydan-muftuye-noel-baba-yaniti
[3]http://www.haberiniz.org/yazilar/koseyazisi46049-Noel_Baba_Bizim_Neyimiz_Olur.html
30 Aralık 2011 Cuma
29 Aralık 2011 Perşembe
Noel Kimin Bayramı?
29 Aralık 2011
Haberiniz.org sitesinde bugün okuduğumuz bir haber tüylerimizi diken diken etti. “Noel ile ilgili 'Hıristiyanların bayramıdır' diyen müftüye diyanetten jet soruşturma!„ başlıklı bu haber[1]aslında bir haber olmaktan çok kültür emperyalizminin geldiği son noktayı işaret ettiği için çok önemli bir haberdir. Bu konuyu gündeme getiren çok az yayın organı vardır. Bu bakımdan da Haberiniz.org sitesini kutluyorum.
Türkiye’de maalesef 1940’lardan sonra masum yılbaşı piyangoları ve hindi yemekleriyle, içki muhabbetleriyle gıdım gıdım geliştirilen bir Noel Bayramı özentisi eğlenceler yapılıyordu. Ben Ankara’da 1983 yılında ilk defa Kızılay’da Yeni Karamürsel Mağazalarının kapısında Noel Baba kıyafetli bir piyango bileti satıcısı görmüş ve Müslüman mahallesinde salyangoz satmaması için onu uyarmıştım. Bu eğlenceler bugün basın-yayın organlarınca, acımasız kapitalizmin maşası hediye sektörünce abartılarak özenti olmaktan çıkmış ve aleni bir Noel Bayramı kutlamasına dönüştürülmüştür. Bugün neredeyse her yerde, her dükkânda, her ulu dükkanda(süpermarkette) yılbaşı süslemeleri, ışıklı çam ağaçları görüyoruz. Televizyonlarda bir buçuk ay öncesinden yılbaşı programlarının reklamı yapılmaya başlanıyor. Televizyon reklamlarında Noel Baba kıyafetli insanlar arzı endam ediyor. Özellikle televizyonlar ve yabancı sermaye güdümündeki uludükkanlar Türk Milleti’nin hiçbir bayramında yapmadıkları süslemeleri, ışıklandırmaları, özendirmeleri Yılbaşında yapıyorlar ve maya tutmuş bulunuyor. Dükkânlarda yılbaşında eşine dostuna hediye alanlar var, her köşe başında yılbaşı Noel Baba şapkası, gözlüğü, üfleyince açılan balonları, süsleme topları, mumları vs. satan dükkânlar, seyyar satıcılar görüyoruz.
Yılbaşı için böyle küçük şeyler satan bir seyyar satıcıya nereli olduğunu sordam. Yozgat, Çayıralan ilçesinin bir köyündenmiş. Ona “Küçüklüğünde Hıristiyanların Noel Bayramı ile ilgili şeyler satacağın aklına gelir miydi?” diye sordum. Bana “Hiç düşünmezdim ama kahbe felek bize bunu da yaptırdı” dedi. Kim alıyor bunları dedim. Çoluk çocuk alıyormuş. Kendini bilenler almıyor, dedi. İslami hassasiyeti olanlar, almıyor, dedi. Bir nebze olsun rahatladım ama her köşe başında bunlar satılıyorsa bir alıcısı olması gerekiyordu ve ne yazık ki bizim çocuklarımız bu sektörü ayağa kaldıracak kadar çok bu süslemeleri, eşyaları, mumları alıyorlardı. (Mum bahsi Hıristiyanlığın temel uygulamalarından, ritüellerinden biri olduğu için ayrıca üzerinde durulması gereken bir bahis; Türkiye’de mum sektörünün önce Diyarbakır’da canlandırılması da apayrı bir aymazlığımız.)
Peki, bu konuda üzerine vazife düşen kişi ve kurumlarımız ne halde? Noel Bayramını da içine alan bir süreçte televizyonlarda Noel filmleri furyası başladığında RTÜK ne yapıyor? Diyanet bu konuda ne yapıyor? Halkı aydınlatıyor mu? Kültür ve Turizm Bakanlığımız, bu adet Türk’e yabancı bir kültürdür, bizim kültürümüzde yılbaşı Nevruz’da olur, kutlamalarımızı 21 Mart’ta yaparız, diyor mu?Hayır demiyor. Hükümet erkânı bu süreçte Hıristiyan vatandaşlarımızın Noel Bayramını kutlama yarışına giriyorlar, girsinler, her dine mensup vatandaşların bayramını kutlamak gerekir. Bu yöneticilerin görevidir. Ama Türkleri ve Müslümanların bayramlarını da en az Hıristiyan vatandaşlarımızın bayramı kadar coşkulu kutlamaları, kutlanması için çalışmaları gerekmiyor mu?
Hayır, Türk Milleti’nin kültürel manada kan kaybetmesi, Müslüman mahallesinde salyangoz satılması yöneticilerimizin umurunda değildir. Halkımız onları milli meselelerde daha hassas olacaklarını düşündüğümüz için iktidar etmemiş miydi?
Hükümet Türk Milleti’ne ve Müslümanlara karşı hıyanet içindedir. Bunun en açık belgesi de Keşan Müftüsü’ne yapılanlardır. Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, Noel Baba geleneğinin İslâmî olmadığını söylediği için haksız saldırılara maruz kalmıştır ve Diyanet İşleri Başkanlığı, Noel Baba ile ilgili açıklamaları nedeniyle Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri hakkında inceleme başlatmıştır. Keşan müftüsü Süleyman Yeniçeri açıklamasında Noel Baba'nın gerçek olmadığını söylemiş "Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi" demişti. Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, "Noel Baba diye birisi yoktur. Aziz Nicholaos diye biri var ama bu uyduruk bir kişidir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi" demiştir. Yılbaşı eğlencesinin kültürümüzde bulunmadığı görüşünü savunan Müftü Yeniçeri, 'Kim kime benzemeye çalışırsa, o onlardandır' hadisini hatırlatmıştır. Yılbaşında geçen günlerin muhasebesinin yapılması gerektiğini belirten Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, şunları söylemiştir: "Hıristiyanlıktan gelen bir etkinliği kutlarsak, onlara benzemeye çalışmış oluruz. Dolayısıyla onlar gibi bir yaşantı ortaya çıkar. Biz, neden onlar gibi yaşayalım ki? Onlar bizim gibi yaşıyorlar mı? Biz Noel'i Hıristiyan âleminden ithal etmişiz. Noel, bizim bayramımız değil. Kişi, 'Hıristiyan gibi yaşayayım' derse, bu tehlikeli olur. Ama 'Millet eğleniyor, ben de eğleneyim' diyorsa, eğlencenin mahiyetine göre değişir. Eğer içkili, şaraplı eğlence yapılıyorsa, günahkâr olur." Yani Keşan Müftüsü bihakkın görevini yapmıştır. Mahşerde biz şahidiz. Ancak onun hakkında soruşturma açanlar ve bu kepazeliğe seyirci kalanlar görevini yapmamış, kültürüne, dinine ihanet içinde bulunmuştur. Kıyamette buna da şahitlik edeceğiz. Diyanet, Süleyman Yeniçeri ile ilgili kararını müfettişlerin hazırladığı rapora göre alacakmış. Alsınlar. Biz bu hükümet için durduk yere “Sahte Müslümanlar” demiyoruz. Keşan Müftümüz için alabilecekleri en keskin kararı almazlarsa namerttirler.
Keşan Müftümüz Türk Milletinin nezdinde görevini yapmış bir insan olarak her zaman layık olduğu sevgi ve saygıyı görecektir. O artık millete mal olmuştur. Onun davasını AB güdümüne girmiş Diyanet ve Hükümet değil milletimiz takip edecektir. Müsterih olsun. Sadece bu mesele için Hükümetin gelecek seçim telaşına düşmesi gerekirken yüzsüzlüğünü de görürsek yapabileceğimiz bir şey yok; sandıkta görüşeceğiz.
Benim asıl üzüntüm, yolda sokakta rastladığım birçok kişinin birbirine iyi yıllar dilemesi; Yılbaşı için hindili, içkili, kırmızılı hazırlıklar yapması, evlerine çam ağaçları alıp süslemesi, mumlar yakmaya hazırlanmasıdır. Korkarım bu içkili eğlenceler sonrası meydana gelecek Besmele’siz birleşmelerden dolayı neslimizin git gide bozulacak olmasıdır.
Millet olmaya çalışırken, kaderde, tasada, kıvançta aynı duygularla birbirinin acısını, sevincini hissetmeyen bir güruh olup çıktık.
Galip Erdem Ağabeyin yazma orucunda iken söylediği gibi maalesef kültür emperyalizmi Türkiye’de muvaffak olmuştur. Şimdi bu noktadan geri dönüş nasıl mümkün olabilir onu düşünmek, ağlanacak halimize gülmemek, eğlenmemek, fikir üretmek zamanıdır. Türk Milletinin her ferdinin Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri gibi davranması zamanıdır. Allah yardımcımız olsun.
Sözüm size, bize, herkesedir vesselam.
[1]http://www.haberiniz.org/yazilar/haber45980-Kesan_Muftusune_Diyanet_Sorusturmasi.html
Haberiniz.org sitesinde bugün okuduğumuz bir haber tüylerimizi diken diken etti. “Noel ile ilgili 'Hıristiyanların bayramıdır' diyen müftüye diyanetten jet soruşturma!„ başlıklı bu haber[1]aslında bir haber olmaktan çok kültür emperyalizminin geldiği son noktayı işaret ettiği için çok önemli bir haberdir. Bu konuyu gündeme getiren çok az yayın organı vardır. Bu bakımdan da Haberiniz.org sitesini kutluyorum.
Türkiye’de maalesef 1940’lardan sonra masum yılbaşı piyangoları ve hindi yemekleriyle, içki muhabbetleriyle gıdım gıdım geliştirilen bir Noel Bayramı özentisi eğlenceler yapılıyordu. Ben Ankara’da 1983 yılında ilk defa Kızılay’da Yeni Karamürsel Mağazalarının kapısında Noel Baba kıyafetli bir piyango bileti satıcısı görmüş ve Müslüman mahallesinde salyangoz satmaması için onu uyarmıştım. Bu eğlenceler bugün basın-yayın organlarınca, acımasız kapitalizmin maşası hediye sektörünce abartılarak özenti olmaktan çıkmış ve aleni bir Noel Bayramı kutlamasına dönüştürülmüştür. Bugün neredeyse her yerde, her dükkânda, her ulu dükkanda(süpermarkette) yılbaşı süslemeleri, ışıklı çam ağaçları görüyoruz. Televizyonlarda bir buçuk ay öncesinden yılbaşı programlarının reklamı yapılmaya başlanıyor. Televizyon reklamlarında Noel Baba kıyafetli insanlar arzı endam ediyor. Özellikle televizyonlar ve yabancı sermaye güdümündeki uludükkanlar Türk Milleti’nin hiçbir bayramında yapmadıkları süslemeleri, ışıklandırmaları, özendirmeleri Yılbaşında yapıyorlar ve maya tutmuş bulunuyor. Dükkânlarda yılbaşında eşine dostuna hediye alanlar var, her köşe başında yılbaşı Noel Baba şapkası, gözlüğü, üfleyince açılan balonları, süsleme topları, mumları vs. satan dükkânlar, seyyar satıcılar görüyoruz.
Yılbaşı için böyle küçük şeyler satan bir seyyar satıcıya nereli olduğunu sordam. Yozgat, Çayıralan ilçesinin bir köyündenmiş. Ona “Küçüklüğünde Hıristiyanların Noel Bayramı ile ilgili şeyler satacağın aklına gelir miydi?” diye sordum. Bana “Hiç düşünmezdim ama kahbe felek bize bunu da yaptırdı” dedi. Kim alıyor bunları dedim. Çoluk çocuk alıyormuş. Kendini bilenler almıyor, dedi. İslami hassasiyeti olanlar, almıyor, dedi. Bir nebze olsun rahatladım ama her köşe başında bunlar satılıyorsa bir alıcısı olması gerekiyordu ve ne yazık ki bizim çocuklarımız bu sektörü ayağa kaldıracak kadar çok bu süslemeleri, eşyaları, mumları alıyorlardı. (Mum bahsi Hıristiyanlığın temel uygulamalarından, ritüellerinden biri olduğu için ayrıca üzerinde durulması gereken bir bahis; Türkiye’de mum sektörünün önce Diyarbakır’da canlandırılması da apayrı bir aymazlığımız.)
Peki, bu konuda üzerine vazife düşen kişi ve kurumlarımız ne halde? Noel Bayramını da içine alan bir süreçte televizyonlarda Noel filmleri furyası başladığında RTÜK ne yapıyor? Diyanet bu konuda ne yapıyor? Halkı aydınlatıyor mu? Kültür ve Turizm Bakanlığımız, bu adet Türk’e yabancı bir kültürdür, bizim kültürümüzde yılbaşı Nevruz’da olur, kutlamalarımızı 21 Mart’ta yaparız, diyor mu?Hayır demiyor. Hükümet erkânı bu süreçte Hıristiyan vatandaşlarımızın Noel Bayramını kutlama yarışına giriyorlar, girsinler, her dine mensup vatandaşların bayramını kutlamak gerekir. Bu yöneticilerin görevidir. Ama Türkleri ve Müslümanların bayramlarını da en az Hıristiyan vatandaşlarımızın bayramı kadar coşkulu kutlamaları, kutlanması için çalışmaları gerekmiyor mu?
Hayır, Türk Milleti’nin kültürel manada kan kaybetmesi, Müslüman mahallesinde salyangoz satılması yöneticilerimizin umurunda değildir. Halkımız onları milli meselelerde daha hassas olacaklarını düşündüğümüz için iktidar etmemiş miydi?
Hükümet Türk Milleti’ne ve Müslümanlara karşı hıyanet içindedir. Bunun en açık belgesi de Keşan Müftüsü’ne yapılanlardır. Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, Noel Baba geleneğinin İslâmî olmadığını söylediği için haksız saldırılara maruz kalmıştır ve Diyanet İşleri Başkanlığı, Noel Baba ile ilgili açıklamaları nedeniyle Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri hakkında inceleme başlatmıştır. Keşan müftüsü Süleyman Yeniçeri açıklamasında Noel Baba'nın gerçek olmadığını söylemiş "Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi" demişti. Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, "Noel Baba diye birisi yoktur. Aziz Nicholaos diye biri var ama bu uyduruk bir kişidir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi" demiştir. Yılbaşı eğlencesinin kültürümüzde bulunmadığı görüşünü savunan Müftü Yeniçeri, 'Kim kime benzemeye çalışırsa, o onlardandır' hadisini hatırlatmıştır. Yılbaşında geçen günlerin muhasebesinin yapılması gerektiğini belirten Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri, şunları söylemiştir: "Hıristiyanlıktan gelen bir etkinliği kutlarsak, onlara benzemeye çalışmış oluruz. Dolayısıyla onlar gibi bir yaşantı ortaya çıkar. Biz, neden onlar gibi yaşayalım ki? Onlar bizim gibi yaşıyorlar mı? Biz Noel'i Hıristiyan âleminden ithal etmişiz. Noel, bizim bayramımız değil. Kişi, 'Hıristiyan gibi yaşayayım' derse, bu tehlikeli olur. Ama 'Millet eğleniyor, ben de eğleneyim' diyorsa, eğlencenin mahiyetine göre değişir. Eğer içkili, şaraplı eğlence yapılıyorsa, günahkâr olur." Yani Keşan Müftüsü bihakkın görevini yapmıştır. Mahşerde biz şahidiz. Ancak onun hakkında soruşturma açanlar ve bu kepazeliğe seyirci kalanlar görevini yapmamış, kültürüne, dinine ihanet içinde bulunmuştur. Kıyamette buna da şahitlik edeceğiz. Diyanet, Süleyman Yeniçeri ile ilgili kararını müfettişlerin hazırladığı rapora göre alacakmış. Alsınlar. Biz bu hükümet için durduk yere “Sahte Müslümanlar” demiyoruz. Keşan Müftümüz için alabilecekleri en keskin kararı almazlarsa namerttirler.
Keşan Müftümüz Türk Milletinin nezdinde görevini yapmış bir insan olarak her zaman layık olduğu sevgi ve saygıyı görecektir. O artık millete mal olmuştur. Onun davasını AB güdümüne girmiş Diyanet ve Hükümet değil milletimiz takip edecektir. Müsterih olsun. Sadece bu mesele için Hükümetin gelecek seçim telaşına düşmesi gerekirken yüzsüzlüğünü de görürsek yapabileceğimiz bir şey yok; sandıkta görüşeceğiz.
Benim asıl üzüntüm, yolda sokakta rastladığım birçok kişinin birbirine iyi yıllar dilemesi; Yılbaşı için hindili, içkili, kırmızılı hazırlıklar yapması, evlerine çam ağaçları alıp süslemesi, mumlar yakmaya hazırlanmasıdır. Korkarım bu içkili eğlenceler sonrası meydana gelecek Besmele’siz birleşmelerden dolayı neslimizin git gide bozulacak olmasıdır.
Millet olmaya çalışırken, kaderde, tasada, kıvançta aynı duygularla birbirinin acısını, sevincini hissetmeyen bir güruh olup çıktık.
Galip Erdem Ağabeyin yazma orucunda iken söylediği gibi maalesef kültür emperyalizmi Türkiye’de muvaffak olmuştur. Şimdi bu noktadan geri dönüş nasıl mümkün olabilir onu düşünmek, ağlanacak halimize gülmemek, eğlenmemek, fikir üretmek zamanıdır. Türk Milletinin her ferdinin Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri gibi davranması zamanıdır. Allah yardımcımız olsun.
Sözüm size, bize, herkesedir vesselam.
[1]http://www.haberiniz.org/yazilar/haber45980-Kesan_Muftusune_Diyanet_Sorusturmasi.html
23 Aralık 2011 Cuma
Şimdi Ne Olacak? Türkiye Yılbaşını Kutlayacak mı?
23 Aralık 2011
Türkiye, devletiyle milletiyle; iş adamıyla, aydınıyla, köylüsüyle Fransız mallarını boykot edecek mi?
Fikir özgürlüğü olmayan bir ülkenin kültürü de olamaz deyip, Fransız Kültür Merkezleri kapatılacak mı?
Özel Fransız okulları fikir özgürlüğünün, ilmî hürriyetin her türlüsünün var olduğu bir ülkeye yakışmaz deyip kapatılacak mı?
Fransa'nın Cezayir ve Ruanda gibi soykırımları TBMM'de kabul edilmeye kalkışılacak mı?
Türk Milleti layık olmadığı böyle bir muameleden dolayıyılbaşı kutlamalarını yapmaktan vazgeçecek mi?
Sütçü İmam'ın niçin silaha sarıldığını düşünecek miyiz?
Yoksa;
Etyen Mahcubyanların, Fehmi Koruların dün akşam televizyonlarda söyledikleri gibi bu işin üstüne gidilmesinin daha kötü sonuçları olacağını düşünerek bu durum sineye mi çekilecek?
Biz garibanlar, yine bilgisayarımızın klavyesini kırmaya mı kalkışacağız? Lanet olsun böyle demokrasiye diye ağıtlar mı yakacağız?
Şu firma Fransız, şu mal Fransızların diye çetele tutup sahipsiz milleti kendi kendimize uyandırmaya mı çalışacağız?
Soykırımcı bir millet yapılma yolunda adım adım ilerletiliyoruz. Demek bize yapıştırmaya kalktıkları “Barbar” yaftası yetmedi. Şimdi de “Soykırımcı” yaftası soykırımcı bir millet tarafından boynumuza asılıyor.
Bunun sorumluları kimdir?
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kendi devleti, Türk Milletini de kendi milleti olarak görmeyenlerdir.
Buna çanak tutan Türk Devletini idare edenlerdir.
Yılardır görevlerini yapmak yerine Türk düşmanlarına şirin gözükmeye çalışanlardır.
Açılım, saçılım diyerek her türlü fitneye maydanı açanlardır.
İlim adına bir şey yapmayıp, Türkler Ermenileri değil, Ermeniler Türkleri katletti diye sağda solda boş boş konuşanlardır.
Şimdi A, B, C planlarını göreceğiz bakalım. Büyüklerimiz ne yapacak!
Her kırmızı çizgiden bahsettiklerinde içimiz ürpererek seyrediyorduk. Şimdi çizgilerinin nereye kadar geri çekileceğini hep birlikte göreceğiz.
Danışıklı dövüşe Türk Milleti daha ne kadar seyirci kalacak; Göstermelik harekâtlar yap, ama sonra da "bütün haklarını vereceğiz" diye açıklama yap?
Efendiler,
Biz soykırımcı değiliz. Hiç bir millete hak etmediği bir şeyi yapmadık. Bunu siz de iyi biliyorsunuz.
İçimizdeki sefilleri kullanarak bizi yıldırmaya çalışıyor, yakıştırdığınız barbarlığı yeterli bulmuyorsunuz.
Kendimizden utanmamız gerektiğini söylemeye çalışıyorsunuz. Hâlbuki tarihimiz boyunca utanılacak tek bir hadisemiz yoktur.
Peki neden bile bile lades?
Bile bile üstümüze gelmenizin tek sebebi var; Türkiye'yi idare edenler size çanak tuttukları, Çapanoğlu'nu arkanıza aldığınız için yükleniyor, yükleniyorsunuz.
Tamam, tamam yüklenin, bu sizin tabii haliniz; kaypak, kahpe ve zalimsiniz anlaşıldı. Sömürmeden yaşayamayacağını düşünen zavallı mahlûklarsınız. Aklınız adalete, çalışmaya, emeğe ermez. Hazdan başka bir şey düşünmezsiniz?
23 Aralık 2011
Ama yarın, AB çöktüğünde, birbirinize girdiğinizde, hami aradığınızda arkanızda dağ gibi bir Türk Milleti bulamayacaksınız.
Bu devleti kendi devleti olarak bilen, bu vatanda yaşayanları, Ermenisiyle, Rumuyla, Yahudisiyle aziz; Kürdünü, Çerkezini, Gürcüsünü, Boşnağını, Arnavudunu kendi bilen bir iktidarı da er veya geç kurulacak, bunun hesabı sorulacaktır.Türk Milleti, kendi hukukunu savunamayanlara, biraz geç de olsa yol vermesini bilmiştir.
Bundan yıllarca evvel bu defa galip geleceğiz diye malum gazetelerce ruhen hazırlandığımız milli maçlarda nasıl yenik düşünce büyük bir yıkım yaşadığımızı hatırlıyorum. Nasıl da bizi yüreğimiz ağzımızda bekletirlerdi...
Bu mağlubiyet küçük bir muharebenin sonucudur.
Bu masum milletle yapacağınız büyük harbe hazırlanın.
Fikir ve ilim hürriyetine vurduğunuz bu darbe unutulmayacaktır.
Zihinlerinizdeki yılanları temizlemek boynumuzun borcudur.
Milletim;
Üzülme. Seni içte ve dışta daha çok kandıracaklar. Tarihini bilmediğin, sanatını, medeniyetini öğrenmediğin ve hayatına uygulamadığın takdirde daha çok aldatacaklar.
Sen içine düştüğün bu feci durumu, sana dost gözüken düşmanlarını, senin dininden gözüken iblisleri yavaş yavaş öğreneceksin. Ayakta kalabilirsen!
Nasıl olsa bir gün tarlanın dibine kadar da geldiklerini fark edeceksin. O zaman mecburen uyanacaksın.
Sen yine yılbaşı kutlamalarına hazırlan. Fransız malı arabanla, Fransız parfümlü eşinle, kulaklığında Fransız müzikleriyle, Frenk filmleriyle, Fransız mukallidi dizilerinle oyalanadur.
Fransız meclisinin bu kararı senin aklını başına devşirmene yardımcı olur inşallah!
Gün ola devran döne.
Ben bu yılbaşı Fransızların Ermenilere sağladıkları silahlarla Ermenilerin Türk köylerinde ve şehirlerinde yaptıkları katliamlarla ilgili Devlet Arşivi belgelerini okuyacağım.
Devletimin başındakilerin de aklını başına toplamalarını bekleyeceğim.
Türkiye, devletiyle milletiyle; iş adamıyla, aydınıyla, köylüsüyle Fransız mallarını boykot edecek mi?
Fikir özgürlüğü olmayan bir ülkenin kültürü de olamaz deyip, Fransız Kültür Merkezleri kapatılacak mı?
Özel Fransız okulları fikir özgürlüğünün, ilmî hürriyetin her türlüsünün var olduğu bir ülkeye yakışmaz deyip kapatılacak mı?
Fransa'nın Cezayir ve Ruanda gibi soykırımları TBMM'de kabul edilmeye kalkışılacak mı?
Türk Milleti layık olmadığı böyle bir muameleden dolayıyılbaşı kutlamalarını yapmaktan vazgeçecek mi?
Sütçü İmam'ın niçin silaha sarıldığını düşünecek miyiz?
Yoksa;
Etyen Mahcubyanların, Fehmi Koruların dün akşam televizyonlarda söyledikleri gibi bu işin üstüne gidilmesinin daha kötü sonuçları olacağını düşünerek bu durum sineye mi çekilecek?
Biz garibanlar, yine bilgisayarımızın klavyesini kırmaya mı kalkışacağız? Lanet olsun böyle demokrasiye diye ağıtlar mı yakacağız?
Şu firma Fransız, şu mal Fransızların diye çetele tutup sahipsiz milleti kendi kendimize uyandırmaya mı çalışacağız?
Soykırımcı bir millet yapılma yolunda adım adım ilerletiliyoruz. Demek bize yapıştırmaya kalktıkları “Barbar” yaftası yetmedi. Şimdi de “Soykırımcı” yaftası soykırımcı bir millet tarafından boynumuza asılıyor.
Bunun sorumluları kimdir?
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kendi devleti, Türk Milletini de kendi milleti olarak görmeyenlerdir.
Buna çanak tutan Türk Devletini idare edenlerdir.
Yılardır görevlerini yapmak yerine Türk düşmanlarına şirin gözükmeye çalışanlardır.
Açılım, saçılım diyerek her türlü fitneye maydanı açanlardır.
İlim adına bir şey yapmayıp, Türkler Ermenileri değil, Ermeniler Türkleri katletti diye sağda solda boş boş konuşanlardır.
Şimdi A, B, C planlarını göreceğiz bakalım. Büyüklerimiz ne yapacak!
Her kırmızı çizgiden bahsettiklerinde içimiz ürpererek seyrediyorduk. Şimdi çizgilerinin nereye kadar geri çekileceğini hep birlikte göreceğiz.
Danışıklı dövüşe Türk Milleti daha ne kadar seyirci kalacak; Göstermelik harekâtlar yap, ama sonra da "bütün haklarını vereceğiz" diye açıklama yap?
Efendiler,
Biz soykırımcı değiliz. Hiç bir millete hak etmediği bir şeyi yapmadık. Bunu siz de iyi biliyorsunuz.
İçimizdeki sefilleri kullanarak bizi yıldırmaya çalışıyor, yakıştırdığınız barbarlığı yeterli bulmuyorsunuz.
Kendimizden utanmamız gerektiğini söylemeye çalışıyorsunuz. Hâlbuki tarihimiz boyunca utanılacak tek bir hadisemiz yoktur.
Peki neden bile bile lades?
Bile bile üstümüze gelmenizin tek sebebi var; Türkiye'yi idare edenler size çanak tuttukları, Çapanoğlu'nu arkanıza aldığınız için yükleniyor, yükleniyorsunuz.
Tamam, tamam yüklenin, bu sizin tabii haliniz; kaypak, kahpe ve zalimsiniz anlaşıldı. Sömürmeden yaşayamayacağını düşünen zavallı mahlûklarsınız. Aklınız adalete, çalışmaya, emeğe ermez. Hazdan başka bir şey düşünmezsiniz?
23 Aralık 2011
Ama yarın, AB çöktüğünde, birbirinize girdiğinizde, hami aradığınızda arkanızda dağ gibi bir Türk Milleti bulamayacaksınız.
Bu devleti kendi devleti olarak bilen, bu vatanda yaşayanları, Ermenisiyle, Rumuyla, Yahudisiyle aziz; Kürdünü, Çerkezini, Gürcüsünü, Boşnağını, Arnavudunu kendi bilen bir iktidarı da er veya geç kurulacak, bunun hesabı sorulacaktır.Türk Milleti, kendi hukukunu savunamayanlara, biraz geç de olsa yol vermesini bilmiştir.
Bundan yıllarca evvel bu defa galip geleceğiz diye malum gazetelerce ruhen hazırlandığımız milli maçlarda nasıl yenik düşünce büyük bir yıkım yaşadığımızı hatırlıyorum. Nasıl da bizi yüreğimiz ağzımızda bekletirlerdi...
Bu mağlubiyet küçük bir muharebenin sonucudur.
Bu masum milletle yapacağınız büyük harbe hazırlanın.
Fikir ve ilim hürriyetine vurduğunuz bu darbe unutulmayacaktır.
Zihinlerinizdeki yılanları temizlemek boynumuzun borcudur.
Milletim;
Üzülme. Seni içte ve dışta daha çok kandıracaklar. Tarihini bilmediğin, sanatını, medeniyetini öğrenmediğin ve hayatına uygulamadığın takdirde daha çok aldatacaklar.
Sen içine düştüğün bu feci durumu, sana dost gözüken düşmanlarını, senin dininden gözüken iblisleri yavaş yavaş öğreneceksin. Ayakta kalabilirsen!
Nasıl olsa bir gün tarlanın dibine kadar da geldiklerini fark edeceksin. O zaman mecburen uyanacaksın.
Sen yine yılbaşı kutlamalarına hazırlan. Fransız malı arabanla, Fransız parfümlü eşinle, kulaklığında Fransız müzikleriyle, Frenk filmleriyle, Fransız mukallidi dizilerinle oyalanadur.
Fransız meclisinin bu kararı senin aklını başına devşirmene yardımcı olur inşallah!
Gün ola devran döne.
Ben bu yılbaşı Fransızların Ermenilere sağladıkları silahlarla Ermenilerin Türk köylerinde ve şehirlerinde yaptıkları katliamlarla ilgili Devlet Arşivi belgelerini okuyacağım.
Devletimin başındakilerin de aklını başına toplamalarını bekleyeceğim.
13 Aralık 2011 Salı
TRT Çocuklarımızdan Pis Elini Çeksin!
13 Aralık 2011
Geçtiğimiz Cumartesi günü ‘saat iki buçuk suları evde idim. Şöyle televizyonun karşısına geçip güzel bir film, dizi, belgesel; ne bileyim akıllı uslu bir program seyredeyim diye düşünerek elime kumandayı aldım. TRT 1’den başlayarak sıraladığım kanalları dolaşmaya başladım. Başlamaz olsaydım. Karşıma ilk çıkan kanalda, TRT 1’de yayınlanmakta olan İnternet Dünyası adlı programa takılıp kaldım. Yo öyle sandığınız gibi bu programı çok beğendiğim için filan değil, seyretmeye başladığım anda gördüğüm rezilliğin daha ne kadar süreceğini, bu herzeleri bize kimin yedirmeye çalıştığını ve kepazeliğin hangi boyutlarda olduğunu merak ettiğim için, oturdum, bir saate yakın programı sonuna kadar seyrettim. Anayasayı, RTÜK kanununu, TRT genel yayın ilkelerini, yapım uygulama talimatını düşündüm. Sonra da bu programı yapana da, bunu program diye yaptırana da bir güzel övgüler düzdüm!
Program, içinde devleri, ejderhaları, şeytanları, şiddeti, pornoyu barındıran en yeni bilgisayar oyunlarının reklamını, tanıtımını yapıyor. Bunun yanında da e-kitap tableti gibi birtakım yenilikleri de kerhen yansıtan bir program. Gelişmekte olan milletleri yeni afyonlarla uyutmaya çalışan ve bunları dünyada yaygınlaştırmayı hedefleyen bir zihniyetin piyasaya sürdüğü ve içinde her türlü pisliğin bulunduğu bilgisayar oyunlarının maalesef devlet televizyonunda reklamları yapılıyordu. Program haftalık bir program olduğu için bundan sonra da yapılacağı anlaşılıyor.
TRT’nin web sitesindeki tanıtıma bakarsanız İnternet Dünyası programı; “İnternet ve oyun âlemindeki en popüler örneklerin, gizli kalmış hazinelerin, unutulmayan efsanelerin, kutu oyunlarının ve çeşitli hobilerin ele alındığı bir gençlik programı. Oyunların püf noktaları ve arkalarındaki bilinmeyen öyküler, son teknoloji eseri dev yapımların içinden sıyrılabilecek kalitede flash oyunları, internetin yarattığı yeni dünyanın kolaylıkları ve zorlukları...” Programın tanıtımı şöyle sona eriyor; “Bu programda mutlaka ilginizi çeken bir şeyler bulacaksınız.”[1] Yönetmen Mustafa Köksalan ve Yapımcı Merve Yurtsever imiş. Tanıtımda kalabalık bir ekip görülüyor. Öyle ki aynı zamanda metin yazarı da olan “İçerik Editörü” bile var! Hay sizin içeriğinizin... Bilgisayar oyun şirketlerinin reklam amacıyla bedava verdiği içerik yüce Türk milletine program diye yutturuluyordu.
Yıllarca TRT 3 radyosunda dinleyiciye sunulan Batı müziği eserlerinin plakçısının çocuklarının bile tanıtıldığı konuşmalar dinlemiş, bunarın neden hala sürdürüldüğünü düşündüğüm, gençlik müziği diye hafif müziği dayatmaya devam edildiği için TRT yöneticilerini uyarmaya hazırlandığım sırada karşılaştığım şu tabloya bakın. Saçımı başımı yoldurdular bana.
Birkaç dangalak, işten anlamayan TRT yöneticilerini artık neyle kandırdıysa kandırmış ve ipe sapa gelmez konuları program diye TRT’ye kakalamış. TRT yöneticilerinin maddi ilişkileri öteden beri konuşulan bir konudur ama böyle bir programı yetkili kurullarına kabul ettirmeleri için yöneticilerin çok iyi beslenmiş olmaları gerekir diye düşünüyorum. Yoksa aklı başında hiçbir TRT mensubu, en sıradan bir yapım yardımcısının neredeyse hiç para harcamadan hazırlayabileceği böyle bir programı dışarıya oldukça yüklü bir para vererek yaptırmazdı. Ayrıca ciddi hiçbir TRT mensubunun, Türk çocuklarını, muhtevasını takip edemediğimiz bilgisayar oyunları oynamaya teşvik eden böyle bir programın yayınını faydalı göreceğini tahmin edemezdim. Tam aksine kurum dışından böyle bir program teklifi geldiğinde derhal reddedeceklerini ve “Demek bilgisayar oyunları çocuklarımız arasında bu kadar yaygınlaşmış, bunun önüne geçip, çocuklarımızı bu pislikten kurtarmak için ne yapmalı, nasıl bir program yaptırmalıyız” diye düşünmeleri gerekirdi. Maalesef TRT yönetimi kirli ilişkiler pisliğine bulaşmış elini çocuklarımıza da uzatmıştır.
Gerçekten de özellikle internetin çok yaygın gözüktüğü ülkemizde bunun sadece bir yanılsama olduğu, internetin çocuklarımızı elimizden koparmaktan başka bir rolü olmadığını herkes bilmektedir. İnternet kahvelerindeki çocukların yüzde doksan dokuzunun bilgisayar oyunu oynadığını, bu oyunları günler, geceler boyu oynamaktan gözlerinin kan çanağına döndüğünü, şiddet eğilimlerinin arttığını, aile ve okul düzenlerinin altüst olduğunu, sosyolog olmaya gerek yok, herkes görmektedir. Daha vahimi, çocuklarımız evde dursun, ders çalışsın, bilgisayar oyunu oynayacaksa evde oynasın diye evlerimize bilgisayar alıp internete bağlattık. Kendi odasında ders çalıştığını zannettiğimiz çocuklarımız, zamanlarının çok büyük bir kısmını, hatta gece ailelerini uyuttuktan sonra internet başında, bilgisayar oyunları oynayarak, facebookta dolaşarak geçirmektedir. Ailelerin çocuklarını bu pislikten kurtarmak için neler çektiklerini, ne aile faciaları yaşandığını ise kimse bilmiyor. Mesele aslında tahmin edilenden daha büyüktür ve bilgisayar oyunlarının yol açtığı “İnternet bağımlılığı” adıyla yeni bir hastalık sözlüklere girmiştir ve sırf bu yüzden boşanan eşler, parçalanan aileler vardır.[2]
Bilgisayar oyunları üzerine yapılan bir araştırma bu oyunların korkunç muhtevasını ve zararlarını ortaya koymuştur. Oyunlardan bazılarının kızlara yönelik oyunlar olduğu, bu oyunların bazılarında oynayan kızımızın Barbie kıyafeti, makyaj malzemesi, ayakkabısı alabilmek ve davetlere katılabilmek için para kazanması gerektiği, bunun için bir bara girip, bardaki bütün erkekleri öpmeye yönlendirildiği bu araştırmada açıklanmıştır. Yine bir başka oyunda nükleer savaş sonrasında dünyada hayatın yok olması üzerine yer altında bir koloni oluştuğu, bu kolonide yaşayanların, dolayısıyla oynayan çocukların hayatta kalmak için birbirini öldürmek dâhil birtakım vahşet dolu hareketleri yapmaları gerektiği bir oyundan da bahsedilmektedir. Ki bu oyunun TRT 1’de yayınlanan İnternet Dünyası programında reklamı yapılmıştır. Yani evimizde, yanı başımızdaki çalışma odasında kızımız bir fahişe, oğlumuz bir cani olarak yetiştirilmektedir. İkisi de aynı kapıya çıkmakta, emperyalizmin maşaları, köleleri haline getirilmektedir. Bir bilgisayar oyununda ABD uçak gemisinden kalkan savaş uçağını idare eden oyuncuya Kazakistan ve Kırım’ı bombalaması söylendiğini okumuştum. Kendi milletine ihanet etmeye müsait tipler bu oyunlarla yetiştirilip piyasaya sürülmektedir. Yapılan bir başka araştırmanın sonuçlarına göre de uzun süreli uykusuzluk ve bilgisayar oyunlarının, oynayan çocuklarda ve yetişkinlerde epilepsi hastalığını tetiklediği ispatlanmıştır.[3] Çünkü oyun oynama süresi başlangıçta masum süreler iken sonraları katlanarak artmakta, günlerce oyun oynayan, oyun bağımlısı çocuklar ortaya çıkmaktadır. Hem de bu bağımlılık öbür bütün bağımlılıklardan daha tehlikeli bir bağımlılıktır.[4] TRT’nin bunlardan habersiz olması düşünülebilir mi? Hem bültenlerinizde bu gibi haberleri, aileler çocukları için tedbir alsın diye yayınlayacaksınız, hem de yayınladığınız programlarla bilgisayar oyunlarının reklamını yapacaksınız; böyle ahmakça bir şey olabilir mi?
TRT’de yayınlanan bu programda, yeraltında, nükleer savaş sonrası hayatta kalabilmek için insanların vahşice birbirlerini öldürdüğü bir bilgisayar oyununun reklamı yapılıyor. Tuz kokmuş, tuz... Şimdi bu programı hazırlayanların, “Biz çocuklara uygun olan oyunları seçiyoruz, onları tanıtıyoruz.” deyip, bıyık altından bana gülümsediklerini duyar gibiyim. Tanıtımı yapılan bütün oyunlarda az veya çok mutlaka alt edilmesi, öldürülmesi gereken yaratıklar, canavarlar, insanlar bulunmaktadır. Bunun ayrımını kimse yapamaz. Böyle bir gerekçenin arkasına kimse sığınamaz. Kimse çocuğunun masum bir oyunun arkasından daha pis bir oyunu oynamayacağını garanti edemez. Çünkü çocuklarının bilgisayar oyunu oynayıp oynamadıklarının ailelerce kontrolü fiilen mümkün değildir. Programı hazırlayanlar bizi ne zannediyor? Güya onlar akıllı, yenilikçi, çağdaş, biz geri kafalıyız öyle mi? Bunlar ya gafillerdir ya da gafil değillerse, hainlerdir.
TRT ve RTÜK yöneticilerine sesleniyorum. Bu programı hemen yayından kaldırınız. Şimdiye kadar sizi yayıncılıktan anlamayan, eş dost kayırmacısı, cemaat yağcısı bir avuç ne idüğü belirsiz adam olarak görüyordum; bu ikazıma aldırmazsanız, bundan sonra Türk Milleti’nin geleceğini, gençliğimizi dinamitleyen hainler olarak göreceğim. RTÜK, internetin zararlarını yok edecek programlar yayınlatmak yerine, böyle zararlarını katlamaya yönelik programlara hemen dur demeli ve TRT’yi cezalandırmalıdır. Bunları yapmazlarsa kıyamet gününde elim yöneticileri yakasında olacaktır. Hem milli manevi değerleri savunacaksınız, hem de çocuklarımızın beynini allak bullak edecek şeytanlıkların reklamını yapacak, yaptırtacaksınız ha. Yağma yok! İnternet Dünyası adlı program yayından hemen kaldırılmazsa gelip TRT’nin önüne çadırımı kuracağım. Kış kıyamet demeden bu rezaletin bitmesini bekleyeceğim.
Sözüm size, bize, hepimize...
[1]http://www.trt.net.tr/televizyon/sayfa/detay.aspx?pid=25288
[2]http://www.kullartatlar.org/infusions/koseyazilari/yazi.php?id=44
[3]http://epilepsi.uzerine.com/index.jsp?objid=475
http://www.guvenliweb.org.tr/aileler/content/bilgisayar-oyunlar%C4%B1-%C3%A7ocuklar%C4%B1-tehdit-ediyor
http://www.epilepsiveben.com/forum?c=showthread&ThreadID=1336
[4]http://www.on5yirmi5.com/genc/haber.11625/bilgisayar-oyunlarinin-zararlari.html
Geçtiğimiz Cumartesi günü ‘saat iki buçuk suları evde idim. Şöyle televizyonun karşısına geçip güzel bir film, dizi, belgesel; ne bileyim akıllı uslu bir program seyredeyim diye düşünerek elime kumandayı aldım. TRT 1’den başlayarak sıraladığım kanalları dolaşmaya başladım. Başlamaz olsaydım. Karşıma ilk çıkan kanalda, TRT 1’de yayınlanmakta olan İnternet Dünyası adlı programa takılıp kaldım. Yo öyle sandığınız gibi bu programı çok beğendiğim için filan değil, seyretmeye başladığım anda gördüğüm rezilliğin daha ne kadar süreceğini, bu herzeleri bize kimin yedirmeye çalıştığını ve kepazeliğin hangi boyutlarda olduğunu merak ettiğim için, oturdum, bir saate yakın programı sonuna kadar seyrettim. Anayasayı, RTÜK kanununu, TRT genel yayın ilkelerini, yapım uygulama talimatını düşündüm. Sonra da bu programı yapana da, bunu program diye yaptırana da bir güzel övgüler düzdüm!
Program, içinde devleri, ejderhaları, şeytanları, şiddeti, pornoyu barındıran en yeni bilgisayar oyunlarının reklamını, tanıtımını yapıyor. Bunun yanında da e-kitap tableti gibi birtakım yenilikleri de kerhen yansıtan bir program. Gelişmekte olan milletleri yeni afyonlarla uyutmaya çalışan ve bunları dünyada yaygınlaştırmayı hedefleyen bir zihniyetin piyasaya sürdüğü ve içinde her türlü pisliğin bulunduğu bilgisayar oyunlarının maalesef devlet televizyonunda reklamları yapılıyordu. Program haftalık bir program olduğu için bundan sonra da yapılacağı anlaşılıyor.
TRT’nin web sitesindeki tanıtıma bakarsanız İnternet Dünyası programı; “İnternet ve oyun âlemindeki en popüler örneklerin, gizli kalmış hazinelerin, unutulmayan efsanelerin, kutu oyunlarının ve çeşitli hobilerin ele alındığı bir gençlik programı. Oyunların püf noktaları ve arkalarındaki bilinmeyen öyküler, son teknoloji eseri dev yapımların içinden sıyrılabilecek kalitede flash oyunları, internetin yarattığı yeni dünyanın kolaylıkları ve zorlukları...” Programın tanıtımı şöyle sona eriyor; “Bu programda mutlaka ilginizi çeken bir şeyler bulacaksınız.”[1] Yönetmen Mustafa Köksalan ve Yapımcı Merve Yurtsever imiş. Tanıtımda kalabalık bir ekip görülüyor. Öyle ki aynı zamanda metin yazarı da olan “İçerik Editörü” bile var! Hay sizin içeriğinizin... Bilgisayar oyun şirketlerinin reklam amacıyla bedava verdiği içerik yüce Türk milletine program diye yutturuluyordu.
Yıllarca TRT 3 radyosunda dinleyiciye sunulan Batı müziği eserlerinin plakçısının çocuklarının bile tanıtıldığı konuşmalar dinlemiş, bunarın neden hala sürdürüldüğünü düşündüğüm, gençlik müziği diye hafif müziği dayatmaya devam edildiği için TRT yöneticilerini uyarmaya hazırlandığım sırada karşılaştığım şu tabloya bakın. Saçımı başımı yoldurdular bana.
Birkaç dangalak, işten anlamayan TRT yöneticilerini artık neyle kandırdıysa kandırmış ve ipe sapa gelmez konuları program diye TRT’ye kakalamış. TRT yöneticilerinin maddi ilişkileri öteden beri konuşulan bir konudur ama böyle bir programı yetkili kurullarına kabul ettirmeleri için yöneticilerin çok iyi beslenmiş olmaları gerekir diye düşünüyorum. Yoksa aklı başında hiçbir TRT mensubu, en sıradan bir yapım yardımcısının neredeyse hiç para harcamadan hazırlayabileceği böyle bir programı dışarıya oldukça yüklü bir para vererek yaptırmazdı. Ayrıca ciddi hiçbir TRT mensubunun, Türk çocuklarını, muhtevasını takip edemediğimiz bilgisayar oyunları oynamaya teşvik eden böyle bir programın yayınını faydalı göreceğini tahmin edemezdim. Tam aksine kurum dışından böyle bir program teklifi geldiğinde derhal reddedeceklerini ve “Demek bilgisayar oyunları çocuklarımız arasında bu kadar yaygınlaşmış, bunun önüne geçip, çocuklarımızı bu pislikten kurtarmak için ne yapmalı, nasıl bir program yaptırmalıyız” diye düşünmeleri gerekirdi. Maalesef TRT yönetimi kirli ilişkiler pisliğine bulaşmış elini çocuklarımıza da uzatmıştır.
Gerçekten de özellikle internetin çok yaygın gözüktüğü ülkemizde bunun sadece bir yanılsama olduğu, internetin çocuklarımızı elimizden koparmaktan başka bir rolü olmadığını herkes bilmektedir. İnternet kahvelerindeki çocukların yüzde doksan dokuzunun bilgisayar oyunu oynadığını, bu oyunları günler, geceler boyu oynamaktan gözlerinin kan çanağına döndüğünü, şiddet eğilimlerinin arttığını, aile ve okul düzenlerinin altüst olduğunu, sosyolog olmaya gerek yok, herkes görmektedir. Daha vahimi, çocuklarımız evde dursun, ders çalışsın, bilgisayar oyunu oynayacaksa evde oynasın diye evlerimize bilgisayar alıp internete bağlattık. Kendi odasında ders çalıştığını zannettiğimiz çocuklarımız, zamanlarının çok büyük bir kısmını, hatta gece ailelerini uyuttuktan sonra internet başında, bilgisayar oyunları oynayarak, facebookta dolaşarak geçirmektedir. Ailelerin çocuklarını bu pislikten kurtarmak için neler çektiklerini, ne aile faciaları yaşandığını ise kimse bilmiyor. Mesele aslında tahmin edilenden daha büyüktür ve bilgisayar oyunlarının yol açtığı “İnternet bağımlılığı” adıyla yeni bir hastalık sözlüklere girmiştir ve sırf bu yüzden boşanan eşler, parçalanan aileler vardır.[2]
Bilgisayar oyunları üzerine yapılan bir araştırma bu oyunların korkunç muhtevasını ve zararlarını ortaya koymuştur. Oyunlardan bazılarının kızlara yönelik oyunlar olduğu, bu oyunların bazılarında oynayan kızımızın Barbie kıyafeti, makyaj malzemesi, ayakkabısı alabilmek ve davetlere katılabilmek için para kazanması gerektiği, bunun için bir bara girip, bardaki bütün erkekleri öpmeye yönlendirildiği bu araştırmada açıklanmıştır. Yine bir başka oyunda nükleer savaş sonrasında dünyada hayatın yok olması üzerine yer altında bir koloni oluştuğu, bu kolonide yaşayanların, dolayısıyla oynayan çocukların hayatta kalmak için birbirini öldürmek dâhil birtakım vahşet dolu hareketleri yapmaları gerektiği bir oyundan da bahsedilmektedir. Ki bu oyunun TRT 1’de yayınlanan İnternet Dünyası programında reklamı yapılmıştır. Yani evimizde, yanı başımızdaki çalışma odasında kızımız bir fahişe, oğlumuz bir cani olarak yetiştirilmektedir. İkisi de aynı kapıya çıkmakta, emperyalizmin maşaları, köleleri haline getirilmektedir. Bir bilgisayar oyununda ABD uçak gemisinden kalkan savaş uçağını idare eden oyuncuya Kazakistan ve Kırım’ı bombalaması söylendiğini okumuştum. Kendi milletine ihanet etmeye müsait tipler bu oyunlarla yetiştirilip piyasaya sürülmektedir. Yapılan bir başka araştırmanın sonuçlarına göre de uzun süreli uykusuzluk ve bilgisayar oyunlarının, oynayan çocuklarda ve yetişkinlerde epilepsi hastalığını tetiklediği ispatlanmıştır.[3] Çünkü oyun oynama süresi başlangıçta masum süreler iken sonraları katlanarak artmakta, günlerce oyun oynayan, oyun bağımlısı çocuklar ortaya çıkmaktadır. Hem de bu bağımlılık öbür bütün bağımlılıklardan daha tehlikeli bir bağımlılıktır.[4] TRT’nin bunlardan habersiz olması düşünülebilir mi? Hem bültenlerinizde bu gibi haberleri, aileler çocukları için tedbir alsın diye yayınlayacaksınız, hem de yayınladığınız programlarla bilgisayar oyunlarının reklamını yapacaksınız; böyle ahmakça bir şey olabilir mi?
TRT’de yayınlanan bu programda, yeraltında, nükleer savaş sonrası hayatta kalabilmek için insanların vahşice birbirlerini öldürdüğü bir bilgisayar oyununun reklamı yapılıyor. Tuz kokmuş, tuz... Şimdi bu programı hazırlayanların, “Biz çocuklara uygun olan oyunları seçiyoruz, onları tanıtıyoruz.” deyip, bıyık altından bana gülümsediklerini duyar gibiyim. Tanıtımı yapılan bütün oyunlarda az veya çok mutlaka alt edilmesi, öldürülmesi gereken yaratıklar, canavarlar, insanlar bulunmaktadır. Bunun ayrımını kimse yapamaz. Böyle bir gerekçenin arkasına kimse sığınamaz. Kimse çocuğunun masum bir oyunun arkasından daha pis bir oyunu oynamayacağını garanti edemez. Çünkü çocuklarının bilgisayar oyunu oynayıp oynamadıklarının ailelerce kontrolü fiilen mümkün değildir. Programı hazırlayanlar bizi ne zannediyor? Güya onlar akıllı, yenilikçi, çağdaş, biz geri kafalıyız öyle mi? Bunlar ya gafillerdir ya da gafil değillerse, hainlerdir.
TRT ve RTÜK yöneticilerine sesleniyorum. Bu programı hemen yayından kaldırınız. Şimdiye kadar sizi yayıncılıktan anlamayan, eş dost kayırmacısı, cemaat yağcısı bir avuç ne idüğü belirsiz adam olarak görüyordum; bu ikazıma aldırmazsanız, bundan sonra Türk Milleti’nin geleceğini, gençliğimizi dinamitleyen hainler olarak göreceğim. RTÜK, internetin zararlarını yok edecek programlar yayınlatmak yerine, böyle zararlarını katlamaya yönelik programlara hemen dur demeli ve TRT’yi cezalandırmalıdır. Bunları yapmazlarsa kıyamet gününde elim yöneticileri yakasında olacaktır. Hem milli manevi değerleri savunacaksınız, hem de çocuklarımızın beynini allak bullak edecek şeytanlıkların reklamını yapacak, yaptırtacaksınız ha. Yağma yok! İnternet Dünyası adlı program yayından hemen kaldırılmazsa gelip TRT’nin önüne çadırımı kuracağım. Kış kıyamet demeden bu rezaletin bitmesini bekleyeceğim.
Sözüm size, bize, hepimize...
[1]http://www.trt.net.tr/televizyon/sayfa/detay.aspx?pid=25288
[2]http://www.kullartatlar.org/infusions/koseyazilari/yazi.php?id=44
[3]http://epilepsi.uzerine.com/index.jsp?objid=475
http://www.guvenliweb.org.tr/aileler/content/bilgisayar-oyunlar%C4%B1-%C3%A7ocuklar%C4%B1-tehdit-ediyor
http://www.epilepsiveben.com/forum?c=showthread&ThreadID=1336
[4]http://www.on5yirmi5.com/genc/haber.11625/bilgisayar-oyunlarinin-zararlari.html
9 Aralık 2011 Cuma
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencilerine Çağrı
09 Aralık 2011
Dünkü haberlerde görmüşsünüzdür; Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, üniversitede açılan Starbucks’ı önceki gün işgal etti. Boğaziçi Üniversitesi'nin Güney Kampüsüne Starbucks adlı yabancı şirketin bir şube açmasına izin vermesi, öğrenciler tarafından protesto edildi. Öğrenciler yaptıkları yürüyüşün ardından “kafe”yi[1] işgal etti. Öğrenciler çalışmayı durdururken evlerinden getirdikleri yiyecekleri ve içecekleri masalara koyarak eylem başlattı. Kütüphane önünde toplanan öğrenciler, önce rektörlüğe yürüdü. Rektörlüğün önünde yapılan açıklamada “Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi” denildi. Açıklamanın ardından Starbucks’a yürüyen öğrenciler, “Okulumuza yerleşiyoruz” sloganıyla kendi hazırladıkları yemekleri “kafe”nin mutfağında dağıtmaya başladı. Müzikleriyle ve tartışmalarıyla Starbucks’ta kalmaya devam eden öğrencilere hocaları da destek verdi. Geceyi Starbucks'ta geçiren öğrenciler, film gösterimi ve atölye çalışmalarının yanı sıra temizlik de yaptı.Starbucks yetkilileri ise işgalle ilgili olarak yaptığı açıklamada küresel gücün ince diliyle öğrenciler ve üniversite yönetimi arasında bir taraf olmadıklarını belirtti ve “Öğrencilerin isteklerini dile getirmelerine sonsuz saygı duymaktayız. Ancak onların bu haklarının kısıtlanmaması kadar, Starbucks mağazamızda da misafirlerimizin hizmet alma özgürlüklerinin kısıtlanmaması ve tepkilerin mağaza dışında gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.” dedi.
Ülkemizde birçok üniversitede birtakım eylemler yapılıyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “kafe” işgali eylemi de bunlardan biri. Eylemin diğer eylemlerden farkı ve dikkat çekici olan tarafı şu; öğrenciler “Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi” diyorlar. Kampüs ya da Türkçesiyle yerleşkenin çokuluslu firmaların pazarı olduğunu söylüyorlar. Eylemde çeşitli görüşlerdeki öğrencilerin bir araya geldiği görüntülerden anlaşılıyor.[2]
Öğrencilerin bu işgal eylemi gelip geçici bir heves gibi de gözükmüyor. “Kafe”de bir gece sabahlamışlar. “Maksat muhabbet olsun, eve gitmemek için bahanemiz olsun, güzel vakit geçirelim, kakara kikiri yapalım!” gibi bir durum yok ortada. Aksine işgal eylemlerini sürdüreceklerine dair ipuçları var. Elbette emellerinde ne kadar samimi olup olmadıklarını zaman gösterecektir. Bu davranışları, küresel şirketlerin üniversitede kendilerine verilen hakları bırakıp gitmeleri sonucunu doğurur mu, bilinmez. Çünkü üniversite yönetimiyle bir anlaşma yaptıkları, yönetimin bu alanı onlara tahsis ettiği ve “buyurun işletin” dediği meydanda. Öyle olmasaydı o şirketin orada işi olmazdı. Demek ki hukuki bir kalkana da sahipler. Şirketin, öğrenciler ne kadar direnirlerse dirensinler, kendisine verilen bu hakkın sonuna kadar arkasında olacağını düşünüyorum. Bırakıp gitmesi durumunda diğer üniversitelerdeki benzer şirketlerin de işyerlerini kapatmaları yolunu açmış olacaklardır. Hatta üniversitelerin dışında küresel şirketlerin kurduğu bu tür “kafe”ler, restoranlar, hamburgerciler, pizzacılar da durumdan etkilenecek ve üniversite öğrencilerinin başlattığı bu eylem belki oralara da yayılacak, onların da tasını tarağını toplamasını gerektirecektir. Tabii sadece yiyecek içecek hizmet sektörüyle sınırlı da kalmayacaktır. Ancak bunun için önce üniversite eyleminin başarılı olacağının görülmesi, bundan halkın diğer kesimlerinin etkilenmesi ve bu tür eylemleri ülke çapında desteklemeleri gerekir.
Şimdi Küresel Emperyalizm sözü dillerde dolaşıyor. Bir zamanlar sadece emperyalizm ve yerli işbirlikçileri söz konusuydu. İşte o emperyalist devletlerden ABD’nin misyonerleri, ülkemizde emellerine uygun kukla adamlar yetiştirmek, içten bölmek ve parçalamak üzere Robert Koleji kurmuştu. Kolej, İstanbul Bebek'te küçük bir evde eğitim ve öğretime başlamış ve şimdi Boğaziçi Üniversitesinin kurulduğu alanda faaliyetine devam etmişti. Bu işi başlatan ise ABD'de kuyumculuk yapan ve daha sonra misyoner olmayı seçen Cyrus Hamlin adında bir misyonerdi. Bu okula ilerde Robert Kolej denmesinin nedeni ise Rothschild ailesinden New York'lu iş adamlarında Christopher Rinlender Robert’in bu okula çok büyük miktarda yardım yapmasıydı. Robert 1878'de ölene dek kolejin bütün harcamalarını üzerine almış ve servetini beşte birinin koleje verilmesini vasiyet etmiştir. Öldüğünde koleje kalan dört yüz bin dolarla okula yeni ve mükemmel binalar yapılmış, bu iyiliklerinden dolayı okula Robert Kolej adı verilmiştir. Robert Kolej öğrencileri ileriki tarihlerde Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, hatta Bulgaristan'ın siyasî hayatında önemli roller oynamışlardır; Mesela ilk 5 Bulgar başbakanı bu okuldan mezun olmuştu. Bu okulun arazisine kurulan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, yine küresel emperyalizmin bir kolu olarak faaliyet gösteren küresel şirketlerden birinin üniversiteden defolup gitmesini istiyor. Rektörlüğün Üniversiteyi çokuluslu şirketlerin küresel pazarı olmaktan çıkarmasını talip ediyor. Bu gelişmenin, Komünizm’in önce Rusya’da çökmesi kadar çok önemli bir gelişme olduğunu, söyleyebilirim.
Bu eylem, diğer üniversitelerde ve sokakta yapılan eylemlerden farklı bir eylemdir. O eylemlerin büyük bir kısmı emperyalistlerin aleyhine gözükse de bir şekilde ekmeğine yağ süren eylemlerdi. Meselâ Nükleer Reaktör karşıtı eylemler. İşi biraz yakından incelemiş olanlar Nükleer Enerjinin ülkemiz için ne kadar hayatî olduğunu görür. Ancak üniversite çağındaki duygusallığı sömürenler doğaydı, çevreydi diyerek onları nükleer karşıtlığına çekebilmiştir. Sadece küresel emperyalistlerin işine yarayacak bu eylemleri yapanlar, kime hizmet ettiklerini anlamamıştır bile. Çok samimi bir şekilde faydalı bir amaca hizmet ettiklerini düşünmüşlerdir. Bugünkü işgal eylemine dönersek, acaba öğrenciler üniversitede bir “kafe”de yaptıkları bu masum işgal eylemi hakkında derinlemesine düşündüler mi? Gerçekten bu işin sonunun nereye varacağını biliyorlar mı? Bu uğurda nereye kadar direnebileceklerini sanıyorlar?
Öğrenciler bir “kafe”nin küresel şirketlere verilmesine karşı çıkıyorlar. Hâlbuki neredeyse bütün Türkiye küresel şirketlere parsellendi bile. Bugünkü iktidar, kendilerinden önce hukuki altyapısı hazırlanmış olan Küresel şirketlerin işgalini daha da kolaylaştıracak tedbirler almıştır. Sadece seyirci kalması dahi işgalin daha da hızlanarak sürmesini doğurmaktadır. Tabir yerindeyse aziz vatanın bütün kaleleri işgal edilmiş, tersanelerine girilmiş, vatan küresel şirketlere peşkeş çekilmiştir. Küresel emperyalizmin işgaline küçük, zayıf da olsa bir dur denilmesi gerekmekteydi. Böyle bir ortamda Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler çok asil bir düşünceyle eylem yapmaktadır. Bu eylem sürer ve amacına da taşkınlık, hukuksuzluk olmadan ulaşırsa bu bir dönüm noktası olabilir. Üniversite yönetiminin başlangıçta bu olayı geçiştirmek isteyeceğini düşünüyorum. Ses çıkarmayıp sevecenlikle bu işi örtbas edeceklerdir. Ama öğrenciler, bu samimi duruşlarını sürdürüp devam ederler ve yönetim de yanılıp işgali kuvvetle önlemeye kalkarsa bu eylem bütün Türkiye’ye mal olabilir. Bu bakımdan her kesimi bu öğrencilerimizi desteklemeye ve eylemlerini tanıtmaya davet ediyorum. Emperyalizme karşı olan herkes bu eylemi desteklemelidir. Çünkü ülkemizden kovulan her yabancı şirket surda açılan bir gediktir.
Eskiden yurdumuzda okullarda “Yerli Malı Haftası” kutlanırdı. Şimdi neredeyse yerli hiçbir marka ve mala hayat hakkı tanınmamaktadır. Bu eylem bizi kendimize döndürebilir. Yerli üretim yapabileceğimiz sıradan konularda bile çokuluslu şirketlerin Türkiye’yi işgaline göz yumulması aymazlıktır. İktidarıyla, muhalefetiyle bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerekir.
Benim işgali yapan üniversite öğrencilerinden bir ricam var; İşgalleri sırasında Küresel Emperyalizmin sadece üniversitelerimizin bir alanını, maddi zenginliklerimizi değil, beynimizi de işgal ettiklerini düşünsünler. İşgale katılanlar, oturup sohbet ederken müzik dinliyorlarmış; türkülerimizi dinlesinler. Bir süre türkü dinledikten sonra “biraz da başka müzik dinleyelim!” diyenler çıkmaya başlayacaktır; işte o kardeşlerimiz, dinledikleri ve dinleyemedikleriyle, seyrettikleri ve seyredemedikleriyle beyinlerindeki küresel şirketlerin istilasını görebilirler. Sadece “küresel şirketlerin maddi pazarı olmaya hayır!” demekle mesele çözülmüyor. Önce kendi beynimizin ne kadar açık pazar haline geldiğine bakalım. Mesele kültürel olarak açık pazar haline gelmiş beyinlerimizi açık pazar olmaktan çıkarmak, tarihimize, edebiyatımıza, sanatımıza, müziğimize, maddi ve manevi zenginliklerimize yönelerek bunları geliştirip, bir ürün haline getirerek uluslar arası pazara sokabilmekten geçiyor.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1] Kafe kelimesi yerine kahvehane dememiz gerekir ama ne yazık ki dünyada ilk kahvehaneyi kuran biz olduğumuz halde bizden kopya edilen bu mekanlar, günümüzde yabancıların bizden aldığı adın bozulmuş haliyle anılmaya başladı.
[2]
Dünkü haberlerde görmüşsünüzdür; Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, üniversitede açılan Starbucks’ı önceki gün işgal etti. Boğaziçi Üniversitesi'nin Güney Kampüsüne Starbucks adlı yabancı şirketin bir şube açmasına izin vermesi, öğrenciler tarafından protesto edildi. Öğrenciler yaptıkları yürüyüşün ardından “kafe”yi[1] işgal etti. Öğrenciler çalışmayı durdururken evlerinden getirdikleri yiyecekleri ve içecekleri masalara koyarak eylem başlattı. Kütüphane önünde toplanan öğrenciler, önce rektörlüğe yürüdü. Rektörlüğün önünde yapılan açıklamada “Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi” denildi. Açıklamanın ardından Starbucks’a yürüyen öğrenciler, “Okulumuza yerleşiyoruz” sloganıyla kendi hazırladıkları yemekleri “kafe”nin mutfağında dağıtmaya başladı. Müzikleriyle ve tartışmalarıyla Starbucks’ta kalmaya devam eden öğrencilere hocaları da destek verdi. Geceyi Starbucks'ta geçiren öğrenciler, film gösterimi ve atölye çalışmalarının yanı sıra temizlik de yaptı.Starbucks yetkilileri ise işgalle ilgili olarak yaptığı açıklamada küresel gücün ince diliyle öğrenciler ve üniversite yönetimi arasında bir taraf olmadıklarını belirtti ve “Öğrencilerin isteklerini dile getirmelerine sonsuz saygı duymaktayız. Ancak onların bu haklarının kısıtlanmaması kadar, Starbucks mağazamızda da misafirlerimizin hizmet alma özgürlüklerinin kısıtlanmaması ve tepkilerin mağaza dışında gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.” dedi.
Ülkemizde birçok üniversitede birtakım eylemler yapılıyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “kafe” işgali eylemi de bunlardan biri. Eylemin diğer eylemlerden farkı ve dikkat çekici olan tarafı şu; öğrenciler “Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi” diyorlar. Kampüs ya da Türkçesiyle yerleşkenin çokuluslu firmaların pazarı olduğunu söylüyorlar. Eylemde çeşitli görüşlerdeki öğrencilerin bir araya geldiği görüntülerden anlaşılıyor.[2]
Öğrencilerin bu işgal eylemi gelip geçici bir heves gibi de gözükmüyor. “Kafe”de bir gece sabahlamışlar. “Maksat muhabbet olsun, eve gitmemek için bahanemiz olsun, güzel vakit geçirelim, kakara kikiri yapalım!” gibi bir durum yok ortada. Aksine işgal eylemlerini sürdüreceklerine dair ipuçları var. Elbette emellerinde ne kadar samimi olup olmadıklarını zaman gösterecektir. Bu davranışları, küresel şirketlerin üniversitede kendilerine verilen hakları bırakıp gitmeleri sonucunu doğurur mu, bilinmez. Çünkü üniversite yönetimiyle bir anlaşma yaptıkları, yönetimin bu alanı onlara tahsis ettiği ve “buyurun işletin” dediği meydanda. Öyle olmasaydı o şirketin orada işi olmazdı. Demek ki hukuki bir kalkana da sahipler. Şirketin, öğrenciler ne kadar direnirlerse dirensinler, kendisine verilen bu hakkın sonuna kadar arkasında olacağını düşünüyorum. Bırakıp gitmesi durumunda diğer üniversitelerdeki benzer şirketlerin de işyerlerini kapatmaları yolunu açmış olacaklardır. Hatta üniversitelerin dışında küresel şirketlerin kurduğu bu tür “kafe”ler, restoranlar, hamburgerciler, pizzacılar da durumdan etkilenecek ve üniversite öğrencilerinin başlattığı bu eylem belki oralara da yayılacak, onların da tasını tarağını toplamasını gerektirecektir. Tabii sadece yiyecek içecek hizmet sektörüyle sınırlı da kalmayacaktır. Ancak bunun için önce üniversite eyleminin başarılı olacağının görülmesi, bundan halkın diğer kesimlerinin etkilenmesi ve bu tür eylemleri ülke çapında desteklemeleri gerekir.
Şimdi Küresel Emperyalizm sözü dillerde dolaşıyor. Bir zamanlar sadece emperyalizm ve yerli işbirlikçileri söz konusuydu. İşte o emperyalist devletlerden ABD’nin misyonerleri, ülkemizde emellerine uygun kukla adamlar yetiştirmek, içten bölmek ve parçalamak üzere Robert Koleji kurmuştu. Kolej, İstanbul Bebek'te küçük bir evde eğitim ve öğretime başlamış ve şimdi Boğaziçi Üniversitesinin kurulduğu alanda faaliyetine devam etmişti. Bu işi başlatan ise ABD'de kuyumculuk yapan ve daha sonra misyoner olmayı seçen Cyrus Hamlin adında bir misyonerdi. Bu okula ilerde Robert Kolej denmesinin nedeni ise Rothschild ailesinden New York'lu iş adamlarında Christopher Rinlender Robert’in bu okula çok büyük miktarda yardım yapmasıydı. Robert 1878'de ölene dek kolejin bütün harcamalarını üzerine almış ve servetini beşte birinin koleje verilmesini vasiyet etmiştir. Öldüğünde koleje kalan dört yüz bin dolarla okula yeni ve mükemmel binalar yapılmış, bu iyiliklerinden dolayı okula Robert Kolej adı verilmiştir. Robert Kolej öğrencileri ileriki tarihlerde Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, hatta Bulgaristan'ın siyasî hayatında önemli roller oynamışlardır; Mesela ilk 5 Bulgar başbakanı bu okuldan mezun olmuştu. Bu okulun arazisine kurulan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, yine küresel emperyalizmin bir kolu olarak faaliyet gösteren küresel şirketlerden birinin üniversiteden defolup gitmesini istiyor. Rektörlüğün Üniversiteyi çokuluslu şirketlerin küresel pazarı olmaktan çıkarmasını talip ediyor. Bu gelişmenin, Komünizm’in önce Rusya’da çökmesi kadar çok önemli bir gelişme olduğunu, söyleyebilirim.
Bu eylem, diğer üniversitelerde ve sokakta yapılan eylemlerden farklı bir eylemdir. O eylemlerin büyük bir kısmı emperyalistlerin aleyhine gözükse de bir şekilde ekmeğine yağ süren eylemlerdi. Meselâ Nükleer Reaktör karşıtı eylemler. İşi biraz yakından incelemiş olanlar Nükleer Enerjinin ülkemiz için ne kadar hayatî olduğunu görür. Ancak üniversite çağındaki duygusallığı sömürenler doğaydı, çevreydi diyerek onları nükleer karşıtlığına çekebilmiştir. Sadece küresel emperyalistlerin işine yarayacak bu eylemleri yapanlar, kime hizmet ettiklerini anlamamıştır bile. Çok samimi bir şekilde faydalı bir amaca hizmet ettiklerini düşünmüşlerdir. Bugünkü işgal eylemine dönersek, acaba öğrenciler üniversitede bir “kafe”de yaptıkları bu masum işgal eylemi hakkında derinlemesine düşündüler mi? Gerçekten bu işin sonunun nereye varacağını biliyorlar mı? Bu uğurda nereye kadar direnebileceklerini sanıyorlar?
Öğrenciler bir “kafe”nin küresel şirketlere verilmesine karşı çıkıyorlar. Hâlbuki neredeyse bütün Türkiye küresel şirketlere parsellendi bile. Bugünkü iktidar, kendilerinden önce hukuki altyapısı hazırlanmış olan Küresel şirketlerin işgalini daha da kolaylaştıracak tedbirler almıştır. Sadece seyirci kalması dahi işgalin daha da hızlanarak sürmesini doğurmaktadır. Tabir yerindeyse aziz vatanın bütün kaleleri işgal edilmiş, tersanelerine girilmiş, vatan küresel şirketlere peşkeş çekilmiştir. Küresel emperyalizmin işgaline küçük, zayıf da olsa bir dur denilmesi gerekmekteydi. Böyle bir ortamda Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler çok asil bir düşünceyle eylem yapmaktadır. Bu eylem sürer ve amacına da taşkınlık, hukuksuzluk olmadan ulaşırsa bu bir dönüm noktası olabilir. Üniversite yönetiminin başlangıçta bu olayı geçiştirmek isteyeceğini düşünüyorum. Ses çıkarmayıp sevecenlikle bu işi örtbas edeceklerdir. Ama öğrenciler, bu samimi duruşlarını sürdürüp devam ederler ve yönetim de yanılıp işgali kuvvetle önlemeye kalkarsa bu eylem bütün Türkiye’ye mal olabilir. Bu bakımdan her kesimi bu öğrencilerimizi desteklemeye ve eylemlerini tanıtmaya davet ediyorum. Emperyalizme karşı olan herkes bu eylemi desteklemelidir. Çünkü ülkemizden kovulan her yabancı şirket surda açılan bir gediktir.
Eskiden yurdumuzda okullarda “Yerli Malı Haftası” kutlanırdı. Şimdi neredeyse yerli hiçbir marka ve mala hayat hakkı tanınmamaktadır. Bu eylem bizi kendimize döndürebilir. Yerli üretim yapabileceğimiz sıradan konularda bile çokuluslu şirketlerin Türkiye’yi işgaline göz yumulması aymazlıktır. İktidarıyla, muhalefetiyle bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerekir.
Benim işgali yapan üniversite öğrencilerinden bir ricam var; İşgalleri sırasında Küresel Emperyalizmin sadece üniversitelerimizin bir alanını, maddi zenginliklerimizi değil, beynimizi de işgal ettiklerini düşünsünler. İşgale katılanlar, oturup sohbet ederken müzik dinliyorlarmış; türkülerimizi dinlesinler. Bir süre türkü dinledikten sonra “biraz da başka müzik dinleyelim!” diyenler çıkmaya başlayacaktır; işte o kardeşlerimiz, dinledikleri ve dinleyemedikleriyle, seyrettikleri ve seyredemedikleriyle beyinlerindeki küresel şirketlerin istilasını görebilirler. Sadece “küresel şirketlerin maddi pazarı olmaya hayır!” demekle mesele çözülmüyor. Önce kendi beynimizin ne kadar açık pazar haline geldiğine bakalım. Mesele kültürel olarak açık pazar haline gelmiş beyinlerimizi açık pazar olmaktan çıkarmak, tarihimize, edebiyatımıza, sanatımıza, müziğimize, maddi ve manevi zenginliklerimize yönelerek bunları geliştirip, bir ürün haline getirerek uluslar arası pazara sokabilmekten geçiyor.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1] Kafe kelimesi yerine kahvehane dememiz gerekir ama ne yazık ki dünyada ilk kahvehaneyi kuran biz olduğumuz halde bizden kopya edilen bu mekanlar, günümüzde yabancıların bizden aldığı adın bozulmuş haliyle anılmaya başladı.
[2]
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)