17 Haziran 2011 Cuma

Gelin "Türkçe Olimpiyatları" Rezaletiyle Tanış Olalım

17 Haziran 2011
“Türkçe Olimpiyatları” çok büyük bir örgütlenmenin gerçekleştirdiği dev bir yapımın iki kelimelik bir adıdır. Bütün televizyonlarımızda, gazetelerimizde, radyolarımızda en az bir ay süreyle göreceğiz, duyacağız. Bu iki kelime sıradan insanlar için çok şey ifade etmeyebilir. Tabiidir. Ama aydınlarımız ve Türkçeye gönül verenler için çok anlamlıdır. Çünkü bu dev yapım aynı zamanda dev bir sahtekârlıktan ibarettir. Öncelikle bu yazının amacının fitne çıkarmak değil fitneyi ortaya koymak olduğunu ifade ederek açıklamaya çalışalım;
Bildiğiniz gibi son yıllarda Fethullah Hoca’nın önderliğinde dünyanın dört bir tarafında kurulan okullardan 130 ülkeden gelen bin finalist (o ülkelerdeki Hoca’nın okullarında okuyan öğrenciler arasından yapılan yarışmalarda kazananlar) sekiz yıldır Türkiye’de buluşmakta, konuşma, şarkı söyleme, şiir okuma, oyun oynama ve gösteri yapma gibi dallarda yarışmaktadır. Dev salonlarda, stadyumlarda yapılan törenlere devlet erkânı neredeyse tam kadro ile katılarak Türkçe sevdalarını dile getirmiş, Türkçenin dünya dili olma yolunda kaydettiği başarılara övgüler yağdırmışlardır. Bu yarışmalara katılan öğrenciler ve öğretmenleri, Türkiye’nin değişik büyük vilayetlerine dağıtılmış olan yarışmalara katılmakla hem gezmiş, hem eğlenmiş, hem de gittikleri vilayetlerin Hocaseverleri tarafından hediyelere boğulmuş, gönüllerinde Türkiye ve Türkçe sevgisi ile memleketlerine dönmüş olmaktadır. Böylece Türkiye ve Türkçenin yanında, Fethullah Hoca’nın okulları, katılan öğrenci ve öğretmenleri ve Fethullah Hoca kazanmış olmaktadır. Türkçemizin dünyada layık olduğu itibarı görmesi, binlerce çocuğun bu olimpiyatlara katılması son derece ehemmiyetlidir. Bize Türkçe Olimpiyatlarını kazandırdığı için Fethullah Hoca’ya ne kadar minnet duysak yeridir, diye düşünmeliyiz değil mi? Hayır, binlerce kere hayır. Çünkü Allah biliyor, bu bir yalan, aldatmaca ve büyük bir ajan faaliyetinden başka bir şey değildir. Lavrens’i, Hampery’i bilen, Afganistan’da Kabil’de Ulucami’de yirmi beş yıl imamlık yaptıktan sonra İngiltere’ye gidip oradan mektup yazarak “Ben bir İngiliz’im. Arkamda kıldığınız namazları iade etmeniz gerekir.” diye cemaatine haber gönderen hocaları bilen birisi olarak yazıyorum:
“Türkçe Olimpiyatları” gibi meymenetsiz ve Türkçe ile ilgisi olmayan bir ifade bile, korkusuz uzmanları söyleyecektir,  konunun Türkiye ve Türkçeye hizmet etmediğini göstermektedir. Bu iki kelime asla bir araya gelmeyecek, getirilmemesi gereken kelimedir. Çünkü olimpiyat kelimesi Türkçe değildir. Ortada Türkçe varsa olimpiyat kelimesinin kaçacak delik araması gerekir. Türkçemizde bu kelimeyi karşılayacak onlarca sözümüz vardır. Ama bunlar kullanılmamış, bu ve bunun gibi nice saçmalıklar, yalanlar bir araya getirilerek dokuz yıldır bu beşinci kol faaliyeti gerçekleştirilmektedir. 
Bugün ABD’deki FBI çiftliğinde saltanat süren Hoca Efendi’den başlayalım anlatmaya... Fethullah Hoca okullarının bazılarını yakından gördüm. Fethullah Hoca ile de iki üç defa aynı ortamda bulunup sohbetini dinledim. Değil böyle büyük bir teşkilatlı çalışmaya önderlik edecek gücü olmak, doğru dürüst konuşacak mecali bile yoktu. Hastaydı. Hem de bundan yirmi sene önce. Ne olduysa ABD’de canlandı. Aleyhindeki her yazıya, beyanata cevap verebilecek, dava açabilecek şekilde canlandı. Benim kanaatim canlandırıldı. Hatta öldü de yerine ona benzeyen birini koydular. Bunu öğrenme imkânımız şimdilik yok. Türkiye’ye gelirse eskiden kendisinden alınan kıl örnekleriyle bugünkü kılları karşılaştırılabilir belki diye düşünüyorum. Ama gelmez. Gelemez. Vakti gelmemiştir. Türkiye parçalanma sürecine girmiş olmakla birlikte henüz bir iç çatışmaya girmemiştir. Hoca Efendi ancak böyle bir ortam sonucunda, bir kurtarıcı olarak Türkiye’ye gönderilebilir. Patronları da bunu en ince ayrıntılarına kadar düşünmüş olmalıdır. O bir Halife olarak gönderilecek diyenler de yanılıyor. O artık peygamber mertebesinin de üzerine çıkarılmış bir zattır. Ben Peygamberimizin bile şefaat edemeyeceği hususları bildirdiği yazısını bizzat okudum. Haftalık yazılarına bakanlar, maalesef aleyhinde bulunanları nasıl korkuttuğunu, kendisini bırakın peygamber, Allah yerine koyduğunu fark edemiyor. Çünkü “Batıl hemişe batıl ve bihudedir velî / Müşkül oldur ki sureti haktan zuhur ede!” demiş atalar. Fethullah Hoca bizim bildiğimiz Hoca değildir. Türkçe Olimpiyatları da, öyle Türkiye’ye, Türkçeye hizmet filan düşünülerek yapılan harikulade bir faaliyet değildir.  
Evvela dünyanın dört bir yanına kurulmuş olan bu okullar, sadece Türk insanının parası toplanarak kurulmuş okullar olsa da Türkiye’nin değil, ABD ve İngiltere’nin okullarıdır. Bu okulları ziyaret edenler gayet iyi hatırlayacaklardır: Bu okullarda Türkçe eğitim verilmez, Türkçe dersi vardır. Eğitim İngilizce ile yapılır. Türk Kültürü verilmez, yalnızca üç kuruşa çalıştırıldığı halde gıkını çıkarmayan ve hakikaten fedakâr olan öğretmenlerce aşılanmaya çalışılır.[1] Okullarda Türkçe derslerinin verilmesi onların Türkçe eğitim veren kurumlar olduğunu göstermez. Bazı devlet büyüklerimizin çok yakından bildiği İngiltere’deki casus okullarında da Türkçe bütün incelikleriyle öğretilmektedir. Türkçe Olimpiyatları adı verilen sınıfları vardır ve burada verilen Türkçe çok sınırlı bir Türkçedir. Diğer dersler İngilizce veya yerel dille verilmektedir. Okulların kütüphanelerine baktığınız zaman kitapların çoğunun İngilizce olduğunu görürsünüz. Okulların anaokulu bölümünde ise Türkçenin esemesi okunmaz.  Okul binalarının, sınıfların son derece kaliteli olması, okulların Türkiye adına kurulmuş olması göğsümüzü kabartmıştır. Evet, ama İngilizceye ve İngiltere’ye, ABD’ye hizmet ettiğini de görmemek için kör olmak lazımdır.
Durum böyle iken bu okullardan pırıl pırıl Türkçe konuşan, Türkçe şarkılar söyleyen, oyunlar oynayan çocuklar nasıl yetişiyor diyeceksiniz. Doğru. Bin kişilik okuldan böyle on kişi yetiştirmek, bir eğitimci olarak söylüyorum, hiç de zor değildir. Bu çocuklar kendilerine ne verirseniz alabilecek zekâda zenginlerin ve bürokratların çocuklarıdır. Bu okullara fakir çocukları giremez. Seçkin çocuklardan özel bir ekip kurulmakta, önce kendi ülkesinde şatafatlı törenlerle birbirleriyle yarıştırılmakta, sonra kazanan Türkiye’ye gönderilmektedir. Türkiye’de bunlar bir kampa alınmakta, daha sonra da neredeyse il il dolaştırılmakta, her ilde bir başka kategorinin yarışması yapılıyormuş havasındaki uyduruk yarışmalarda güya yarıştırılmaktadır. Aslında söz konusu olan bir illüzyondur, aldatmadır. Binlerce kilometre uzakta oldukları halde bu kadar güzel Türkçe konuşmaları döktüğümüz gözyaşı miktarını artırmaktadır. Bu vesileyle bir taşla birçok kuş vurulmaktadır. Geldiği memleketin idarecilerinin gözü ülkesindeki yarışmada, kazanana ödüller verdirerek vs. ile Türkiye’deki toplantılarda ise, yandaş yapılmak istenen önemli şahsiyetler Jüri üyesi yapılarak, konuşma yaptırılarak, ödüller verilerek kandırılmaktadır. Bu büyük göz boyamaya ulusal ve yerel siyasetçiler çağrılmakta, geçmişte bazı dinî grupların “Gözyaşı Geceleri”nde olduğu gibi sular seller gibi gözyaşı akıtılması sağlanarak siyasetçilerin safları kazanılmakta, ustalarının boy göstermesi sağlanmakta, büyük ustaya bağlılıklarını ifade etmesine, pişmanlık duyanların ortaya çıkmasına zemin hazırlanmaktadır. Nitekim geçmiş yıllarda Bülent Arınç’ın gözyaşları dökerek bağlılık bildirdiği bu yarışmayı, bu yıl Mehmet Ali Şahin açmış, öncekilerin yaptığı gibi pek de örtülü olmayan bir şekilde Hoca efendiye bağlılıklarını dile getirme imkânını bulmuş, Atlantik’in ötesine övgüler yağdırmıştır. Ergenekon’dan zar zor sıyıran Mehmet Ağar da, pişmanlığını duyurma fırsatı bulmuştur. Asıl büyük kuş da bu yarışma vesilesiyle Hoca Efendi cemaatinin sağladığı maddi kazanç, manevi prestij olmaktadır. Bu hava, cemaat mensuplarının zenginlere yönelik düzenleyeceği toplantılarda paraya tahvil edilecektir. Hoca Efendi’nin geçmişte verdiği salya sümük vaazlarının da hangi amaca yönelik olduğunu bugüne bakarak kolayca tahmin edebilirsiniz. 
Peki, binlerce kilometre öteden gelecek olanlar için ne gibi bir hazırlık yapıldığını biliyor musunuz? Evvela şunu söyleyelim. Türkçe Olimpiyatları için sadece devletten, Türk Tanıtma Fonundan alınan para 2 milyon TL civarındadır. Devletin ortaklıkları olan THY gibi kurumlardan alınan para da bir o kadardır. Altın, platin, gümüş, özel hediye sponsorlarının yanında her il için ayrı sponsorlar vardır. Yani en az devletten karşılığı yarışma için peşinen alınan para kadar ticaret erbabı soyulmaktadır. Milletin milyonlarca lirası alınırken iktidarla bir şekilde işi olan işadamları ayrıca soyulmaktadır. Yarışmaların yapıldığı belediyelerin, valiliklerin maddi ve manevi imkânları sonuna kadar sömürülmüştür. Basın üzerine maddi manevi baskılar kurularak saniyesi milyonları bulan yayınlar dâhil, bedava reklamlar yayınlatılmış, devlet milyonlarca vergi zararına sokulmuştur. Yetmemiş, Samanyolu okullarında ve yandaş dershanelerde salma çıkarılmış ve her veliye maddi ve manevi görevler verilmiştir. Ancak bu da hortumculara yetmemiştir. 
Artık aşağı yukarı her apartmanda kurulmuş olan Günleri bilirsiniz. Bu Günlerde yenilip içilip eğlenilmesinin yanında cemaatten bir Hanım Hoca, Saidi Nursî’nin Lem’alarından bir bölüm okumakta, vaaz vermektedir. Bir yakınım da katılmış son toplantılardan birine ve hazırlaması istenilen yemek siparişleriyle geri dönmüş. Ayrıca katılan herkesten 65 lira toplanmış. Olimpiyatlara katılanların gösteri amaçlı gezdirildiği on büyük ilde bu kap kap yemeklerin yaptırılıp böyle paraların toplandığını bir düşününüz. Ne kadar büyük meblağların toplandığını tahmin edebilirsiniz. Bedava getirdiğiniz adamları her yönüyle bedava ağırlıyorsunuz. Cebinizden bir kuruş çıkmıyor. Öğrendiğim kadarıyla Günlerde hanımlara mecburi olarak yapılmak üzere verilen bu kap kap yemek siparişleri; dolmalar, baklavalar, kilolarca mantılar vs. Türkçe Olimpiyatları etkinliklerinde satılıp paraya dönüştürülüyor. Bu paralarla da yeni okullar açıp, parasıyla okuyan öğrenci alacaklar galiba! Ne ala memleket. Biz de hayır işlediğimizi düşüneduralım. Bu kutsi amaca yönelik yaklaşık 15-20 milyon lira kadar soyulduğumuz ortadadır. Bu paranın nereye gittiğini bir bilen varsa beri gelsin. Bunu soruşturabilecek bir savcı da göremiyorum.
Ben, paraların nereye gittiğini değil de Türkiye’de Türkçemizin bugünkü durumunu ve toplanan bu paraların nereye harcanması gerektiğini biraz düşündüm: 
Türkiye’de Afrika’nın sömürge ülkelerinde bile rastlanmayan bir ihanet yaşanmaktadır. İngilizce öğretimi değil, İngilizce ile eğitim verilmektedir. Yani neredeyse Türkçe dersi bile İngilizce anlatılmaktadır. Maalesef, İngilizce öğretimi değil, İngilizce ile eğitime anaokullarından başlanmaktadır. İlköğretimde İngilizce eğitimi bir felakettir ve ayrı bir makale konusu olacak kadar uzundur. Uzun süredir de Anadolu Liseleri adı altında zeki çocukların kazanabildiği okullarda İngilizce eğitim yapılmaktadır. 2012’de Türk Milli Eğitimi’ne bağlı bütün liseler Anadolu Liselerine çevrilecektir. Üniversitelerin çoğunda İngilizce eğitim yapılmakta, yapılmayanların da bir hükmü olmamaktadır. Asıl önemlisi üniversitelerde hoca olabilmek için İngilizce barajıdır. Bu yıl Rusça bilenler üniversiteye hoca olamamıştır. Almanca ve Fransızcanın da hükmü 2014’de bitecektir. 2014 yılından itibaren sadece İngilizce barajını aşabilenler üniversitede hoca olabilecektir. Çocuğunun geleceğinden endişe eden bütün veliler, anaokullarından başlayarak İngilizce öğretilen değil, İngilizce eğitim verilen okullara çocuklarını sokabilmek için çalışmaktadır. Sokaklarımızdaki tabelalardan ne kadar sömürgeleştiğimiz, İngilizcenin boyunduruğuna girdiğimiz kolayca görülebilir. İşte Türkiye’de Türkçe eğitimi ve Türkçe bu durumda iken, samimi Müslümanların, millî, dinî endişeleri olan gariplerin duyguları istismar edilerek, Türkçe dünyada gelişiyor, Türkçeye büyük ilgi var yalanıyla bu rezalet gizlenmekte, vatandaşımız uyuşturulmaktadır.
Toplanan milyonları bir yana bırakalım, sadece devletin çıkarıp verdiği 2 milyona Türk Edebiyatının altın isimlerinin (Dede Korkut Hikâyeleri, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Peyami Safa, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ömer Seyfettin, Tarık Buğra vb.) eserlerden yüz bin adet bastırılıp okuma çağındaki insanlarımıza bedava dağıtılabilirdi. Ama öyle değil; MEB ve Kültür ve Turizm Bakanlıkları bırakın bedava kitap dağıtmayı kitap basmayı bırakarak meydanı misyoner yayınevlerine bırakmıştır. Hâlbuki edebi eserler her yaşa göre uyarlanıp gençlerimizin okuma alışkanlıkları geliştirilebilirdi. Emin olunuz, okuyan ve düşünen insanlarımız Türkçeyi dünyaya daha süratli ve geniş boyutta öğretirdi. Çünkü Türk insanı zekidir, çalışkandır. Sadece kolay aldatılmaktadır. Türkçeyi her yıl on bin kişiye öğretebilecek olan yurt dışındaki Türklerimizin televizyonu haber kanalına dönüştürülmüş, bir milyon çocuğumuz Türkçeyi konuşamaz olmuştur. Türkiye’de ve yurt dışında Türkçe bu kadar gerilerken, mesela Kirmancanın yani Kirman Selçuklularının dilinin değil, Kürtçe adı altında Soranicenin bağımsız bir dil haline getirilmesi için devletin özel televizyon kanalı kurmasına ne dersiniz? Geçelim.
Milyonlarca liralık televizyon reklamlarına baktığınızda gözleriniz mi yaşarıyor yoksa “ulan bunlar benim Allah rızası için verdiğim parayla reklamcıların cebine para akıtıyorlar” diye mi düşünüyorsunuz. Bu satırların yazarını fitne çıkarıcı olarak mı yoksa fitneyi ortaya koymaya çalışan, bunu yaparken de mecburen sözü uzatmak zorunda kalmış biri olarak mı görüyorsunuz; mesele budur. Müslüman ferasetli olmalıdır. Her önüne geleni doğru kabul etmemeli, samimiyetinden şüphe etmediği insanları da gerektiğinde sorgulamalıdır. Ben okullarımızda samimi, fedakâr Müslüman Türkler yoktur demiyorum. Elbette okullarda, cemaat kurumlarında birçok samimi insan var. Ancak bunlar, emeklerinin nereye gittiğini düşünemiyorlar. 
Özetle Türkçe Olimpiyatları tam bir aldatmacadır. Külliyen yalandır. Özel olarak yetiştirilen çocuklar, hangi ülke ile okulların durumu gergin ise duruma göre, öne çıkarılmaktadır. Türkiye’nin de gözünü boyamadır. Binlerce afişle, milyonluk reklamlarla kimi kandırıyorsunuz? Türkçe Olimpiyatları, Türkçeyi yabancılara yayma değil, akılsız Türklere satma işidir. Fethullah Hoca okullarında Türkçe eğitim yapılmamakta, Türkçe dersleri de verilmektedir. Türkiye’de Türkçe eğitim kaldırılmakta, yerine İngilizce eğitim konmaktadır. Samimi Müslümanların paraları ABD’ye akmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Hocanın cemaati tarafından bir Katolik Üniversitesine iki milyon dolar bağış yapıldığını hatırlayınız lütfen. Ey Müslüman uyan. Türk Milleti aldanma! Fethullah Hoca mazlum ve mağdur değildir. FBI Başkanlarının kurdukları vakıflarda, Katolik Üniversitelerinin hocalarıyla, Hıristiyan din adamlarıyla kol kola keyif çatmakta, FBI çiftliğinde dinlenmekte, kendisine verilen görevleri yapmaktadır. Verdiğin emekler, döktüğün gözyaşları Hoca’ya değil, ABD ve İngiliz istihbaratlarının kontrolündeki fonlara gelir olarak akmaktadır. Tahminen 20 milyon lira para zaten dünyanın en güzel, en akıcı ve en matematik dili olan hakikaten Türkçe için harcansa kesinlikle Türkçe dünyanın bir numaralı dili olur. Ama yolu ve yöntemi asla bu değildir.
Türkiye’de Türkçe yazılmış neredeyse tek bir levha ve tabela kalmazken Türkçe eğitim veren okullar İngilizce eğitim vermeye dönmüşken bu göz boyama gözümüze batmış, vicdanımızı sızlatmıştır. Gönlümüz böyle bir rezalete razı değildir. Çünkü haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değiliz. Allah, din adına, İslâm’ı, Türklüğü, Türkçeyi kullananları, Müslümanları Batı’nın kucağına oturtmaktan başka bir gayesi olmayan hain ve gafillerden korusun. Sorulması gereken soru “Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” değil, o zaten belli; Türk Milletidir. Asıl sorulması gereken soru “Bu değirmenin suyu nereye gidiyor?” olmalıdır. Orhun Kitabelerindeki şu sözler hatırlanmalıdır: “Emeğimi kime veriyorum?”
Sözüm size, bize, hepimize...


[1] Türk Okulları'ndan Dünyaya 'Hâl' Eğitimi, Harun Tokak Ropörtajı, Çerçeve Dergisi http://tr.fgulen.com/content/view/9607/11/

12 Haziran 2011 Pazar

"Seçimden Sonra" Geldi

12 Haziran 2011 
Yılbaşında Ortadoğu’nun şekillendirilmesine dikkat çekmiş, seçim öncesinde de seçime doğru Suriye’deki olayların Türkiye’ye sıçratılacağını söylemiştik. 
Hadiseler maalesef bizi haklı çıkardı. Türkiye süratle Balkanlar gibi, Arap Dünyası gibi parçalanma yolunda ilerliyor. Bunun önündeki en büyük engel de seçimlerde ABD ve AB’nin istediği gibi bir sonucun çıkmaması idi. Maalesef böyle bir sonuç da çıkmamıştır. Yani MHP tek başına iktidar olamamıştır. AKP oylarında yüzde bir iki puanlık bir ilerleme olmuş, CHP yüzde yedi-sekiz oyunu arttırmış, MHP yüzde 13 civarında bir oy alabilmiştir. 
Bunun sebeplerinin araştırılması ayrı bir konu olsa da şunu söylemek lazım; millet, önüne doğru dürüst bir seçenek konulamadığı için yine gitmiş, “Ellerim kırılsın!” diyeceğini bile bile gidip AKP’ye oy vermiştir. Bunda AKP’nin ciddi hiçbir temele dayanmayan, rant amaçlı projelerinin, atmasyonlarının, yalanlarının, son dakika tayinlerinin, ücret artırmalarının, külhanbeyliklerinin çok önemli bir rolü vardır. Millet inanmasa bile doğru olmasını ümit ettiği konularda AKP’ye bir şans daha verme lüzumunu hissetmiştir. CHP’yi bir seçenek olarak görmemiş, bunda CHP’nin “Adaylarımız arasında PKK’lılar da var” beyanları, Kürtçülüğe pirim veren üsluplarının rolü büyüktür. MHP’ye çok büyük oy kaybettiren kaset meselesi AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştür. Millet, sevdiklerine bunu yakıştıramamış ve düşmanlarımla ben uğraşırım, dostlarımı sen koru diyerek, MHP’yi ve Ülkücüleri Allah’a havale etmiştir.
Hep şunu söylüyorum: Bir memleketi idare etmek isteyen yabancı bir güç iseniz, o memleketin iktidarına, muhalefetine, iktidarın ve muhalefetin muhalefet kanatlarına yumurtalar yerleştirip, vakti gelince bunları kullanmak zorundasınız. Düşmanlarımız da bunu yapıyorlar. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri Türkiye’yi adım adım kendi istedikleri istikamete götürüyorlar. Ülkemizin başındaki yöneticiler de ya ana muhalefetten korkularına, ya kendi muhalefetlerinden korkularına, yahut da para-pul, kadın-kız aşkına onların dümen suyunda yürüyorlar. Kendilerini yöneten yabancıların istediklerini yapma yolunda bir tıkanıklılık mı var, muhalefetler sağ olsun. Onlardan da bir sonuç çıkmazsa bir diğeri getirilip milletin başına konduruluveriyor. İktidar sıkışıp bir kanun geçirtemeyecek olsa o kanunu muhalefet teklif ediveriyor. Bu nerden çıktı derken bakmışsınız yine yabancıların istediği oluyor. Şu bir gerçek ki her iktidar Türkiye’yi biraz daha sömürgecilerin kucağına sürüklüyor: İster ihanetten, ister gafletten olsun bunun böyle olduğunu herkes görüyor. Şimdi ne olacak?
Ne olacağı yok. Eski tas eski hamam. Türkiye’nin parçalanmasına karar verilmiştir. İktidar kim olursa olsun, bu yönde politikalar devam edecektir. AKP ile BDP’nin işbirliği yapması beklenmelidir. Türkler gittikçe azınlık muamelesiyle karşı karşıya kalacaktır. Diğer partilerin ne yapacaklarını bilemem. MHP’nin de yapacağı bir şey yoktur. Çünkü yabancı istihbaratlarla birlikte çalışan yerli istihbarat grupları MHP üzerinde ciddi bir operasyon düzenlemiştir. Seçim sonuçlarına bakarak bunun kimlerin işine yaradığından hareketle faillerinin kim olduğunu da söyleyebiliriz. Bu operasyon halen yarımdır. Seçim sonrası bu operasyonlar sonuçlandırılacaktır. Şimdi Devlet Bey’den hesap sorulacak, yerine de yine kurdun ağzını bağlamaya memur biri getirilecektir. Bir süre sonra bunu bir ümit ışığı olarak gören ülkücüler de hayal kırıklığına uğrayacaktır.
Bu fasit daireden kurtuluşun tek yolu çok iyi yetiştirilmiş ülkücü kadrolardan geçmektedir. Her Türk ailesi çocuğunu olabildiğince Türk Kültürü ile donatarak en iyi mesleklerde söz sahibi olacak şekilde yetiştirmelidir. Şu veya bu merkezlerin ülkücülerin yakasını bırakması ancak bu surette mümkündür. İlgilenilmezse MHP içinde okyanus ötesiyle ilişkileri olanlar kazanır. Ama Türk milleti kaybeder. Meselelerine, ülkücülerine sahip çıkmadığı sürece kaybeder. 
Türkiye’yi Amerikan güdümündeki Fettoşların idaresine verenler yalnızca menfaatperest yöneticiler değil, her Türk ferdi bundan mesuldür. Ülkücülerin hiç mi kabahati yoktur; Elbette vardır. Partilerine dadanan asalaklara göz yummuş, siyaseti sevmedikleri için uzak durmuşlardır. Şimdi siyasetin Türk Milletine göre düzenlenmesinin zamanıdır. Partiye sahip çıkma zamanıdır.
Ey ülkücü, partine sahip çık. Her hesap soranı da temiz belleme!
Suriye sınırından gelen tehlike, Suriye’den gelmiyor. ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, Almanya’dan, Rusya’dan, Yunanistan’dan geliyor. Sen sahip çıkmazsan Türkiye’nin geleceği çok karanlık olacak.