28 Nisan 2011 Perşembe

Çocuk Kahramanlar, Cambaza Bak, Çılgın Proje

28 Nisan 2011 
Bugünlerde gözümüz kulağımız içeriden veya dışarıdan gelecek kötü haberlere odaklandı ya, durmadan televizyona bakıyor, habermiş, reklammış demeden seyrediyoruz. Kötü haber bekliyoruz, çünkü veba salgını gibi yayılan Amerikan (eskiden olsa İngiliz derdim) Çöl İsyanları sınırımıza geldi dayandı. Şimdi bu isyanlara çocukları eklemlediler. Adını da koydular; onlara “Çocuk Liderler “ diyorlar. ABD, adeta Müslümanlarla dalga geçiyor: “Siz, isyan etmesini bile bilmezsiniz, zavallılar, sizi çocuklar bile harekete geçirir, yönetir. Ben, bana itaat etmeyenleri çocuklara yönettiririm” diyor. “Ceketimi aday göstersem milletvekili seçtiririm” demeye getiriyor.
Söz televizyondan, isyanlardan, isyanların çocuk liderlerinden ve seçimden açılmışken, şu sıralarda gündeme getirilen bir çocuk bezi reklamını buraya kaydetmem lazım: Reklamın birinde bir pamuk tarlası var. Bebekler, pamuk tarlasında pamuk toplayıp yuvarlanıyor, keyf ediyorlar. Bakıyoruz ki bebek bezi reklamı. Güya ciltlerine uygun pamuk yumuşaklığında bir beze bizi özendiriyorlar. Bu reklamı seyreden hiç kimse de demiyor ki“Ulan, bu pamuğun dikenlerine ne oldu?”
“Ne alâka” diyeceksiniz. Gözüm kulağım Suriye’de ya. Durmadan ekranın önündeyim,  uyuşturuluyorum. Bir televizyon kanalı (en son dün SKY TV’de) isyanların çocuk liderlerini haber yapıyor, “Siz de hazırlanın”diye birilerine gizli mesaj gönderiyor: Türkiye’de PKK’nın sokağa saldığı çocuklara gönderme yapan bir haber metni oluşturmaktan çekinmiyor.  
Türkler, bir yandan 30 yıldır devam eden bir terörle savaşırken, son 7-8 yıldır da yoğunlaştırılmış psikolojik savaşla karşı karşıya bulunuyor. Bütün hatlarıyla bu harekâtı yürüten ABD, İsrail ve bunların hempaları iç lobiler, Türkleri isyan ve bölünme dâhil her türlü felâkete alıştırmak, bunları tabii kabul eder hale getirmek için uğraşıyor. Her fırsat bu amaçla değerlendiriliyor.
“Çocuk Liderler” i örtülü bir şekilde öven bu haber, doğrusu beni ürküttü. Sene başında Ortadoğu haritasının değiştirilmeye başlandığını söylemiştim. Bu harita değişikliğinin çok geçmeden, muhtemelen seçimden önce, Türkiye’nin yanı başında, Suriye’de yapılacağını haber vermek istiyorum: Belki de seçim öncesi nur topu gibi güdümlü çocuk liderlerce yönetilen bir Suriye’miz olacak. Biraz daha ileri giderek şunu da söylemeden geçemeyeceğim: 
Türkiye gereken tedbirleri almazsa, muhtemelen seçim öncesi ve seçimle birlikte Türkiye’deki Kürtler, ki ben onları daima Türk Milleti’nin bir cüzü olarak gördüm, emperyalistlerce defalarca kullanılıp çöpe atılan hemcinsleri gibi aldatılacak ve yine muhtemelen çocuk liderler, kahramanlar! Marifetiyle isyan ettirilecektir. Bu isyanın hazırlayıcıları da maalesef milletvekilliği sıfatıyla polis tokatlayan, halen vekil olanları bile seçim şartları yok diye ortalığı bulandıranlarla benzeri kişi ve kurumlardır. 
“Bu isyana hakları vardır!”ın altı da doldurulmuştur. Kürtler için seçime baraj konulmuştur, bağımsız adaylarına seçime giremezsin denilmiştir, bunu demokratik bir şekilde protesto etmek bile mümkün olmamış, çadırları sökülmüştür! Ve saire, vesaire...
Bu gerekçeler ister gerçek, ister uydurma olsun, sokaktaki cahil vatandaş için yeterli olmaktadır. Önünü arkasını düşünmeden her hareketin içine girebilecek duruma getirilmiştir. Buna karşılık yöneticiler ve devletin kaptanlığını yapan AKP de bir o kadar sorumsuzdur. Sınırımızın dibindeki savaşı ya duymayan, ya da duymazdan gelen Tayip Erdoğan ve AKP ateşle oynuyor. Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin dikkati, sürekli başka ve önemsiz konulara, bizzat iktidar eliyle çevrilmektedir.
Türkiye’yi süratle sakinleştirip, dikkatini dışarıya vermesi gereken iktidar, tutmuş Çılgın Proje, bilmem ne diyerek bizi pamuk gibi yumuşak bir şekilde dikenli bir mayın tarlasına sokuyor: Devlet Projesi ile Belediye veya Parti projelerini birbirine karıştırıyor. 
Milletlerin ve devletlerin binlerce yıllık projeleri vardır. Bu projeler bağırılarak ilan edilmez. Millet ona hazırlanır. Hissettirilmeden gerçekleştirilir. Belediye projeleri ise 3-5 yıllık iktidar sürelerinde gerçekleştirileceğinden halkın desteğine ihtiyaç duyar. Halkın desteği yüksek sesle istenir. Reklâmı yapılır. İstanbul’un Avrupa yakasının önemli bir kısmını ada haline getirecek böyle önemli bir proje bu kadar hafife alınamaz, alınmamalıdır. Kimse, proje gerçekleşmese bile, hiç olmazsa kapattığımız alanların getirisini yeriz, diyemez. Bu proje GAP Projesi gibi milletimizin imkânlarını uzun yıllar bir hedefe yönelik kullanmayı gerektirir. Dolayısıyla milyon değil, milyar dolarlık yatırım gerektiren bu tür projelerin bir belediye yahut parti projesi olarak değil devlet projesi olarak üzerinde çalışılması gerekir. AKP, güya bunu bir seçim malzemesi olarak ortaya koyup dikenli pamuk tarlasında yuvarlanacağımızı zannediyor, yanılıyor.
Böyle bir proje gerekli mi? Bu başka bir konudur ve bana göre İstanbul’un halen şehrin kaldıramadığı nüfusunu 5-6 milyon daha artırıp, Anadolu’yu boşaltmaktan başka bir işe yaramaz. Montrö Boğazlar Anlaşmasının bize verdiği geniş yetkileri bu yeni boğaz için alabileceğimiz şüphelidir. Fay hatları, su kaynakları, orman arazileri, doğal dengenin bozulması ve benzeri konulara hiç girmiyorum.
Yaptığı her işe bir devlet adamı ciddiyetiyle değil, bir celep mantığıyla yaklaşan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyetin mensupları, açık konuşalım, AKP, asla ve kat’a milletimizin yakın-uzak menfaatlerini gözeten bir siyaset takip etmiyor. Aksine biz bu projeyi yaparsak yandaşlarımızla birlikte şu kadar kazanırız diye yola çıkıyor. Devlet teşkilatı ve işleyişinden, milletin gücünden habersiz, güdük belediyeciliği devlet adamlığı zanneden bu zihniyet her işe yandaşlarının cebine girecek para gözüyle bakıyor.
Bunun içindir ki asla ehliyet ve liyakate bakılmadan tayinler yapılıyor. Danışma ve müşavere yok. Adaletle hükmetmek kalmamıştır. AKP’den önce bu eksikliklerin bulunuyor olması AKP’yi ve icraatlarını aklamaz. AKP’den önce bu memlekette haksızlık, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, eş dost akraba yerleştirme işleri olmuştur. AKP bunun önüne geçecek diye getirilmiş, önüne geçmek bir yana hatta bu zulmü katlayarak devam ettirmektedir. Diyalogcu ve benzeri adlarla dolaşan, Müslüman mı, Hıristiyan mı ne idüğü belirsiz, Türkiye’yi sömürge ülkesi yapmaya yönelik cemaate kapılarını sonuna kadar açmış olması da ayrı bir belâdır.
Vatikan’ın Hıristiyanlığı Misyoner Konsülü ile yayamayınca 1960’larda kurduğu Diyalog Konsülü mensupları hemen hemen her kurumda yönetimi, personeli yönlendiren önemli yerlere getirilmiştir. Kadrolaşmada, kültürsüzleştirmede, kargaşa çıkarmada birinci derecede bu diyalogcular hâkimdir. Kurumların para getiren, götüren işleri de değişik celeplere emanet edilmiştir. Kimse kimsenin sahasına girmeden, kurumlar İslamî bir görüntü altında çeşitli dinî gruplara, menfaat çetelerine peşkeş çekilmektedir. Örnek istiyorsanız TRT ortadadır. 
Kurulan onlarca kanala, dışarıdan binlerce kişi alındıktan sonra yine dışarıya yaptırılan programlarla her kanalında nal toplayan TRT’ye bakınız. Hiç olmazsa 23 Nisan için Bursa’da yapılan masrafa bakınız. İlgili ilgisiz kişilerin gezmeye gittiği, çalışanlara eşleriyle Uludağ’da tatil yaptırıldığı, her gün Uludağ’dan onlarca kişinin Bursa’ya inip çıktığı, kapılarda onlarca VİP arabaların bekletildiği, misafir öğrencilere Türk Milleti adına hiçbir çalışmanın yapılmadığı, çantalarına bir Türk bayrağı bile konulamadığı halde milyarlarca liranın nasıl harcandığına bir bakınız lütfen. Aşağı yukarı bütün devlet kurumları böyledir; Ehliyetsiz, liyakatsiz, müşavereden, tecrübeden uzak celep mantığıyla idare edilir hale gelmiştir.
AKP’nin ve yönetim anlayışının gayrı İslâmî olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Çünkü Adalet duygusu ve müşavere anlayışı yok. Şimdi sıkı durun; Şu “Çılgın Proje” lafı ortaya atılıp, daha ne olduğu açıklanmamışken, hani bir gazete sızdırmıştı; “Acaba çılgın proje ikinci boğaz mı?” demişti ya. İşte o günden beri şunu düşünüyorum;
Kendi TV kanalında Hıristiyanların da cennete gireceklerini söyleyen, Süleymaniye Camii’nin üzerine Haç yerleştirerek gösteren bu aşağılık diyalogcu ve cepçi zihniyet, Vatikan benzeri bir Fener Devleti’nin oluşması için yıllardır ortam hazırlıyor, restorasyon yaptırıyordu. Şimdi bu devletin haritasını da AKP’ye çizdiriyorlar. Çılgın proje gerçekleşirse ortaya bir ada çıkacak ve bu ada Fener Devleti yapılacaktır.
Bu yazıyı okuduklarında da gevrek gevrek gülerek; “Bunlar birinci ve ikinci boğaz köprüsüne, boğaz tuneline de böyle karşı çıkmışlardı” diyecekler.
Türkiye’ye dayanan isyanları durdurmanın yolu vardır. Önce Fethullah Gülen Hoca Efendi(!)nin, ABD’nin FBI’ın elinden kurtarılması, yani “Yaşasa da yaşamasa da Halifelik yapabilecek biri olarak yetiştirilip hazırlanmış bir kişinin” bir devlet operasyonuyla Türkiye’ye getirilmesi ve İslâm’la asla örtüşmeyen fetvalarının kamuoyuna açıklanması, yanlışlarının düzeltilmesi gerekir. Türk Devletinin sonsuza kadar yaşayabilmesi için, ikinci olarak, TBMM’nin uhdesindeki Halifelik kurumunun derhal hayata geçirilmesi ve Suriye’nin Türkiye’ye bağlanması lazımdır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetle idare edilir ama Halifeliği de harekete geçirebilir. Bütün İslâm âlemini kendi içindeki çekişmeleri bir yana bırakıp emperyalizmle savaşacak duruma getirebilir. Eğer halifelik ve hazırlanan muhtemel halifeler İsrail, İngiltere, ABD ve AB’nin kontrolü dışına çıkarılabilirse Müslümanlar özgür olur, sömürge olmaktan kurtulur. Aksi halde dünyada birbirini yiyen ve çocuk kahramanlarca yönetilen cahil bir güruh olarak kalır. Türkiye Cumhuriyeti bu durumdan çok zarar görecektir.
Dünyada, Ortadoğu ve Türkiye’deki çocuk kahramanların, ajan başkanların isyanlarının temel sebebi dünyayı Hıristiyanlaştırmak değil, sömürgeciliğe uygun ortamlar, köy devletçikleri kurulmasını temin etmektir. Bu yüzden Misyonerlik ve yabancı dinler Diyalogcular eliyle Müslümanlıkla eşit, zararsız ve sevimli hale getirilmiş, aslında para vermediği hiç kimseyi Hıristiyan yapamayan zibidi misyonerler Türkiye’de cirit atar hale gelmiştir. Maksat,Türk Milleti kendi değerlerinden uzaklaştırmaktır.
Ne yazık ki devletimizi idare edenler üç beş liraya kiliseye çekilen çocuklar gibi kendilerine uzatılan havuç ve sopayla idare ediliyor. Dışarıdan gelen her isteği, her ne hikmetse yerine getiriyorlar. Acaba sömürgecilerin elinde bizim yöneticilerimiz hakkında bilmediğimiz bilgiler mi var? Ne engel var ki karşı durulamaz, her dediklerinin uygulandığı bir süreçteyiz.
Acaba devletlûların elinde hangi engel var ki yiye yiye iyice semirmiş bir mahalli yöneticinin üzerine gidemiyorlar. Yahut o yöneticini elinde hangi bilgi ve belgeler var ki kimse kendisine dokunamıyor? Bu ve buna benzer bilgi ve belgelerin yerli-yabancı herkesin elinde olduğu, bu yüzden de her yönden kıskıvrak bağlı oldukları söyleniyor.
İşte, her yönden kukla haline getirilmiş yöneticiler kendi milletlerine zulmediyor. “Cambaza bak!” deyince bakıp kalan bu millet, bari bu seçimde biraz silkinse ve kendine gelse. Dikenli pamuk tarlasında yuvarlanmasa...
Sözüm size, bize, hepimize.