31 Aralık 2010 Cuma

Bir 2010 Muhasebesi

31 Aralık 2010 
Bu yazı 2010 yılının bir muhasebesi değildir. Sizlerin dikkatine 2010 yılındaki bir faaliyetler zincirinin, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul veya diğer adıyla İstanbul 2010 adlı kandırmacanın bir değerlendirmesini sunmak istiyorum.
Son yüzyılda daha yoğun olmak kaydıyla, kendi emperyalist amaçları doğrultusunda dönüşüm geçirmesi için, Türk Milleti kandırılmaktadır. Kandırmaca, bir çığ gibi gittikçe artarak büyümektedir. Son on yılda ise en seri ve arsız bir biçimde uygulanmaktadır. En son kandırmacalardan biri 2010’da yaşanmıştır. Hem yüzyılımızın, hem de son on yılın en büyük üçkağıdını, yutturmacasını yazmazsam vicdan azabı çekecektim. İşte yazıyorum:
Kepazeliğin adı “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti”dir. Bu ne demek? Önce onu biraz gerilerden alarak paylaşalım. Batılılar, “Şark Kurnazlığı” gibi bir kavram üretmişler. Kendi kurnazlıklarını, hilekârlıklarını, Şarkın saflığında örtüp gizlemişler. Aslında bu kavram “Batının Hinliği” olmalıydı. İşte Batı Hinliğidir ki Guiness Rekorlar Kitabı, AB, AB Şehri, Mavi Bayrak, Küçük Şirin Kasaba vb. birtakım kıymeti kendinden menkul ödüller, birlikler, unvanlar ihdas etmiş, seviyeler oluşturmuş, kredi notları uydurup yükseltmiş, alçaltmışlardır. Bizim gibi ülkelerde de aşağılık duygusuna batmış yeteneksiz yöneticiler eliyle körüklenen bir furya başlatılmış ve bunlara sahip olmak, buralara girebilmek bir marifetmiş gibi Türk Milletine yutturulmuştur. Türkiye’nin başkentinin göbeğindeki meydana, metrolara getirilip bu ucube ödüller dikilebilmektedir.
İki ucu keskin bir kılıç olan bu ödüller, sıralamalar, ihdas edenler, oluşturanlar için gelir kapısı, uygulayanlar için utanç verici olduğu kadar Batılıların yeme içme ve gezme ihtiyaçlarını gördükleri, kültürlerini yayma fırsatını buldukları ortamlar olmuştur. AB fonları ile gerçekleştirilen projeler de bu kabil işlerdendir. Projenizin kabul edilmesi için Batılı örgütleri proje ortağı olarak zikretmezseniz projeniz kabul görmez. Böylece Batılı örgüt, parasını sizden aldıkları kendi fonlarıyla her zaman üçüncü sınıf gördüğü ülke vatandaşlarının sırtından tonlarca paralar kazanır. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kepazeliğinden bahsedecektim.
Kaynaklara göre “Avrupa Kültür Başkenti, Avrupa Birliği tarafından periyodik olarak her yıl belirlenen kent veya kentlere verilen unvandır. Seçilen kentin kültürel yaşamını ve kültürel gelişimini sergilemesi için oldukça iyi bir fırsattır. Bu kentler, uluslararası platformda kendi kültürlerine has özellikleri sergilemeleri için bir takım değişimler yaşamaktadırlar. Öncelikle, Avrupa Kültür Kenti kavramı 1985'te Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri tarafından ortaya atılmıştır. Daha sonradan Avrupa Kültür Kenti seçilen Atina'ya oldukça olumlu kültürel ve sosyo-ekonomik etkiler olmuş ve bu kentin bir cazibe merkezi haline geldiği görülmüştür. 1999 yılında Avrupa Kültür Kenti, Avrupa Kültür Başkenti olarak değiştirilmiştir. 2000 yılından itibaren de finanse edilmeye başlanmıştır. 2005-2019 arasında ise yeni seçim sistemi belirlenmiştir. 2005'ten sonraki seçimlerde bu unvan birden fazla kente verilmesi kararlaştırılmıştır. 2010 yılındaki Avrupa Kültür Başkent'lerinden biri de İstanbul'dur.”  Bu son cümlenin üzerinde durmamız gerekir. Çünkü, 2010 yılı için, iki Avrupa küçük şehri ile İstanbul Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmiştir. Daha işin başında hinlik vardır; Küçük bir Avrupa şehri olan Essen ve Pêcs şehirleriyle dünyanın incisi İstanbul, eşdeğer tutulmuştur.
Bu Kültür Başkenti hikâyesini düşünen hinoğlu hinler, gayet akıllılar. Keserin yonttukları kendilerine sapı başkalarına kalmaktadır. Diyelim ki 2011 yılı Paris Avrupa Kültür Başkenti ilan edildi: Bu yılda, Paris’i dünyaya yeniden tanıtmaya, Paris’e gelecek turist sayısını ikiye katlamaya yönelik faaliyetler yapılır. Fransızcanın yayılması, dünyanın Fransız kültürüne hayranlığını arttıracak etkinlikler düzenlenir. Bu etkinlikler de öyle eften püften programlar olmaz. Logosundan tanıtımına kadar her biri yarışmalarla seçilmiş, faaliyetlerdir. Bu yıl için en az üç-beş yıl öncesinden hazırlıklar yapılır. Mükemmele ulaşmaya çalışılmıştır. Bir yıl öncesinden etkinlik takvimi hazırlanır, kente gelecek ziyaretçilerin dikkatine sunulur. Sırf bu etkinliklere göre gezi programını belirleyen ziyaretçiler Paris’e gelir. 
Bizde nasıl oldu dersiniz? İstanbul’u, Türkiye’yi, Türk Kültürünü dünyaya tanıtmak, gelen ziyaretçi sayısını ikiye katlamak için bir fırsat olması gereken böyle bir yılda neler yapıldı biliyor musunuz? İstanbul’un binlerce yıllık zenginliğini ortaya koymaktan çok, bir havai fişek gösterisi ile yıl’ın açılışı yapıldı. Ve şu garip televizyon reklamıyla yıl bitti: “İstanbul, 2010 yılında her anlamda Avrupa’nın kültür başkenti oldu. İstanbul böylesine kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı; 760 sergi, 1580 konser, 1130 tiyatro, 8 müze, 166 koruma restorasyon, 32 ülkede 183 tanıtım faaliyeti, 9677 etkinlik, 10 milyon seyirci” Bu reklam her bakımdan ortasına cığa (tüy) dikilmiş bir herzeyi işaret etmektedir. Önceki yıl reklamlarında hiç olmazsa İstanbul binalarına etkinlik görüntüleri yansıtılmış, İstanbul, tepeden tırnağa kültür vöe sanat olmuş gibi gösterilmişti. Bu son reklamlar ise uyuşturulmanın, kepazeliğin bir envanteri olmuştur.
İstanbul 2010’un en çarpıcı tarafı şu: Yabancılara Türk kültür ve sanatını, Türkiye’yi İstanbul’u tanıtmak, yabancı ziyaretçi sayısını arttırmak gibi bir amaçla yola çıkılmamış, etkinlikler buna göre düzenlenmemiştir. Sadece kendilerine yakın belli grupların, kişilerin projelerini kabul ederek onlara ve dolayısıyla kendilerine para kazandırma amacıyla etkinlikler düzenlenmiştir. Etkinliklerin bu kadar zayıf ve yankısız olmasının temel sebebi budur. Eğer böyle olmasaydı, İstanbul’un ve Türkiye’nin kültür ve sanatı bütün ihtişamıyla Batılılara anlatan etkinlikler, yığılışlar düzenlenmiş olurdu. Öyle olmadı. Bu gerçeği görmek için etkinlik listesine bir göz atmak kâfidir. Etkinlikler, İstanbul’a turist çekmek ve onları Türk kültürüyle tanıştırmak, sevdirmek için değil, Türklere, İstanbul’a Batı kültürünü, yabancı sanatçı ve toplulukların etkinlikleriyle tanıtmak için düzenlenmiş gibi görünmektedir. Eh biz de o kadar safız ki yıl bittikten sonra anca uyanıyoruz. Şimdi bir muhasebe yapalım;
9677 etkinliğin yapıldığı söyleniyor. En hafif bir soruyla başlayalım. İstanbul’a bu yıl dolayısıyla önceki yıllardan farklı olarak kaç yabancı ziyaretçi gelmiştir? Yabancı ülkelerdeki yankıları nedir? Bu etkinliklerin kaç tanesi (8 müze ve restorasyonların dışında) kalıcıdır? Ayrıca bu müzeler hangi konularda açılmıştır? Restore edilen eserler kimlire peşkeş çekilmiştir? Gelecek nesillere kaç kitap, albüm, kacet, cd, resim, oyun, müze, gösteri kalacaktır?  Türk kültür ve sanatının bilinmeyen hangi incelikleri bu yıl dolayısıyla kültürümüze kazandırılmış, gelen kaç yabancının romanında, hikayesinde, şiirinde, piyesinde, resminde yer almıştır? Mesela 1130 tiyatro eserinin desteklendiği anlaşılıyor: 1130 tiyatro eseri çok büyük bir rakam. Türk Tiyatrosunun ayağa kalkması gerekmez miydi?
Bu etkinliklerde Türklerle ilgili, Türk kültürüyle, sanatıyla ilgili, Türkler tarafından yapılan kaç etkinlik yer aldı, devede kulak kadar bile olmadığını gördüğüm için,.saymadım. Ancak yabancı sanatçı ve toplulukların İstanbul’da en lüks otellerde ağırlandıklarını ve hoşça vakit geçirdiklerini tahmin edebiliyorum. Tamam, Türk konukseverliğinin bir gereğidir, ağırlayalım ama kendi elimizle, ecnebi kültürünü vatandaşlarımıza şırınga etmek için bu kadar çaba doğrusu ahmaklık! Bu ahmaklığın mimarı da AKP ve onun konuyla ilgili yetkilileri, bakanları, yönetimi, belediyeleridir. Çünkü bu etkinlikler, AKP Hükümetinin Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın gözetiminde, denetiminde yapılmıştır. Önce bir ekip kurulmuş, bu ekip biraz parsayı dağıtmış, sonra bir başka ekip gelerek, parsa dağıtmayı sürdürmüştür. Birinci ekip yemiş içmiş, eş dost etkinliği kabulleriyle malı götürmüşken, daha sonra bunun yerine yeni bir ekip daha gelmiş, bu defa onlar yandaşlarına en zayıf etkinlikleri kabul ederek destek vermişlerdir. Ortaya çıkan tablo, bu yüzden tam olarak herzeye dikilmiş cığa gibidir.
Bu etkinliklerin milletimize ne getirip götürdüğünü Türk milletinin bir ferdi olarak merak ediyorum. Savcılarımızın meraktan öteye bir ilgi ile konuyu araştırmaları halinde, burnumuza kadar gelen kokuların sebeplerini ortaya çıkarabilecekleri şüphesizdir. Bu konuyu gelecek yüzyıllarda unutulması diye yazıyor ve milletimize emanet ediyorum. Gelecekte, bir millet nasıl yok edilir, kendi kültüründen kendi parasıyla uzaklaştırılır, kültürsüz bırakılır, kabileye dönüştürülür şeklinde bir ders okutulursa, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kepazeliğinin bir ders olarak okutulabileceğini düşünüyorum.
Sözüm, kendime, dostlarıma; bize, size..